BATILI DEVLETLER TÜRKİYE’DEKİ TERÖRÜ NEDEN DESTEKLİYOR?

BATILI DEVLETLER TÜRKİYE’DEKİ TERÖRÜ NEDEN DESTEKLİYOR?

ABD’nin Suriye’deki terör örgütlerine on binlerce tır silah temin etmesi, terör örgütlerinin ve özellikle PKK’nın tüm Batı başkentlerinde ellerini-kollarını sallayarak dolaşmaları, çadırlar, sergiler açmaları, terör örgütüne finansman sağlamak için kermes düzenlemeleri, hatta 25 Aralık 2022’de Paris’te yaptıkları gibi canları istediğinde terör estirip ortalığı savaş alanına çevirmeleri, son olarak Paris’te PYD’li teröristlere kahramanlık nişanı takılması herkesin malumudur. Keza Fetö üyelerinin ABD’de ve bütün Batı ülkelerinde faaliyetlerine devam ettikleri de herkes tarafından bilinmektedir. Kısacası artık ABD ve Batılı ülkelerin, Türkiye düşmanı bütün terör örgütlerini destekledikleri bir sır değildir.

Diğer taraftan Türkiye Batı ittifakı içinde yer alan bir ülkedir. Türkiye’nin Batı’nın bir parçası olduğunu gösteren en büyük kanıt, 1950’lerden beri NATO ittifakında olmasıdır. Fakat zamanla daha çok anlaşıldı ki Batılılar, Türkiye’yi NATO ittifakına almalarında samimi değillermiş. Amaçları şuydu: Türkiye’nin gelişmesine engel olmak, ülke içinde bulunan Alevilik ve Kürtlük gibi mezhepsel ve ırksal ihtilaf noktalarını kaşımak, en önemlisi de, ülkenin gelişmesini durdurmak için askeri vesayetin yapacağı darbeleri yönetmekti. 27 Mayıs 1960 günü başlayan ve 15 Temmuz 2015’e kadar fiilen devam eden darbe süreçlerinin tümünde NATO’nun etkin rol oynadığını bilmeyen yoktur.

Ne var ki şimdilerde, daha önce NATO marifetiyle yaptırılan darbelerin artık son 20 yıldır başarılamıyor olması (27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 201”5’te başaramadılar) Batı’nın asabını iyice bozmuştur. Türkiye’de darbeleri yöneten askeri vesayetin hükümetlere aba altından sopa gösterememesi ve ülke idaresinde söz sahibi olamaması Batılıları adeta çıldırtmıştır. “Bizim çocuklar artık iş başaramıyorlar” diye hayıflanıyorlar. Hatırlayın, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de bir darbe girişiminde bulunuldu. Girişimde bulunanlar Fetö terör örgütü olmasına rağmen Batılı ülkeler ve ABD bu örgüte yönelik en ufak bir kınamada bile bulunmadılar. Bırakın kınamayı, 7 yıldan beridir sanki darbeyi onlar değil de Türkiye hükümeti yapmış gibi davranıyorlar. Hala 15 Temmuz’da Türkiye hükümetine yönelik bir darbe girişiminde bulunulduğunu kabul etmiş değiller. Üstelik sürekli olarak uluslararası mahfillerde Türkiye’yi kınıyor ve Fetöy Üyelerinin haksız yere mağdur edildiklerini dile getirmekten çekinmiyorlar. Fetö terör örgütü başının, NATO’nun en büyük üyesi ABD’nin bir eyaletinde lüks bir malikânede yaşıyor olması ve hakkında en ufak bir soruşturmanın dahi açılmaması ne kadar manidar!

Ne var ki Batılılar artık Türkiye’nin eski Türkiye olmadığını, yeni ve modern bir Türkiye’nin ortaya çıktığını biliyorlar. Çünkü eski Türkiye’de NATO’nun ve diğer Batı müttefiklerin tüm arzu ve istekleri yerine getirilirken Yeni Türkiye’de Batılıların her türlü isteği yerine getirilmediği gibi kendilerine hesap da soruluyor. Yeni Türkiye’de İHA ve SİHA’lar dünya da destan yazarken silah sanayii yüzde 80 olarak millileştirilmiş ve hayalet uçak projesi başarıyla tamamlanmıştır. Üstelik milli muharip uçağın da eli kulağında. İşte bu durum Türkiye’nin sözde müttefiklerini çileden çıkarıyor. Başka bir deyimle Laikçi jakobenlerin orduyu alet ederek artık darbe yapamamaları, Batılı dostlarımızı (!) iyiden iyiye öfkelendirmiştir. Batı’nın Türkiye’ye karşı öfkesi, özellikle Ayasofya camisinin ibadete açılmasından sonra gözle görülür şekilde artmıştır. Yaptıkları propogandaya göre Türkiye artık İslamlaşıyor ve adım adım şeriata kayıyor.  

Fakat her zamanki gibi Batılılar Türkiye düşmanlığını açıktan değil kurnazca yapıyorlar. İçte PKK ve diğer terör örgütlerini, dışarda Yunanistan, İsveç, Avusturya ve Hollanda gibi bazı devletleri bu saldırganlığa alet ediyorlar. ABD’nin Adalara yeni üsler kurması ve Yunanistan’a hibe ettiği silahlarla adaları yeniden silahlandırması, Suriye’nin kuzeyindeki PYD’ye on binlerce tır dolusu silah sevkiyatının yapılması, Avusturya, Hollanda, Danimarka ve İsveç’te provokatörlük yapan faşistlere ses çıkarmamaları bunun açık delilleridir.

Batılılar bu düşmanlığı açıktan yapmasalar da, Türkiye hakkındaki kaygıları Batı medyasına yansıyor. Zaman zaman Batı başkentlerinde bu konuda makaleler kaleme alınıyor. Hatta daha önce laikçi vesayetin egemen olduğu Türkiye’de başörtüsü gibi dini özgürlüklerden yana olan Batı medyası, şimdilerde tam laikçi bir tutum sergilemektedir. Hollanda, Avusturya, Fransa ve Almanya’da başörtüsüne yönelik yapılan baskılar, Türk Büyükelçiliklerinin önünde Kur’an-ı Kerim’in yakılması ve artan İslamafobi olayları, Müslümanlara yönelik nefret suçunun Batıda ne derece ileri bir düzeyde olduğunu açıkça göstermektedir.

Peki, Batı bizden ne istiyor ve asıl kaygısı nedir? En açık ifadeyle Batı eski Türkiye havasında kalmamızı istiyor. Kalkınma hamlelerini yapamayan,  yüksek teknoloji üretemeyen, İMF’ye borçlu olan, dünyaya açılmayan, İslam ülkeleriyle yakınlaşmayan, hatta İslam ülkelerini dost kabul etmeyen, kısacası dünyaya borçlu, gayri safi milli hasılası düşük ve kendi halinde, yani ekonomisi bozuk ve düzelmesi imkânsız bir Türkiye istiyorlar.

2013 yılında Batının, Türk muhalefetinin, Fetönün ve diğer terör örgütlerinin destek verdiği gezi Parkı olaylarını hatırlayın. Ekonomi Bakanı ile konuşmak üzere gönderilen Vandalların temsilcisi hükümetten ne istemişti hatırladınız mı? Ekonomi bakanı, olayların bir an önce sona ermesi ve hayatın yeniden normale dönmesi için "Taksim Platformu" diye bir grup ile görüşmüştü. Bakan, bunların Üçüncü Havalimanı projesinin, nükleer santrallerin, tüp geçit projesinin, Üçüncü Köprünün, Kanal İstanbul'un ve İstanbul-İzmir otoyolunun durdurulmasını istediklerini dolayısıyla, Taksim Platformunun bizzat kendi ağzıyla meselenin Gezi Parkında yer alan birkaç ağaç olmadığını itiraf ettiğini dile getirmişti. Dertleri Türkiye ekonomisini baltalamaktı; baltaladılar da.

Batı’nın asıl kaygısı ise, 100 yıldan beri mazlum milletlere yönelik yaptıkları baskılar ve kıyımların hesabının sorulacağı günün yaklaşıyor olmasıdır. Çünkü ABD’li filozof Huntıngton’un “Medeniyetler Savaşı” adlı makalesinde Batı’nın yüz yıldan beri mazlum milletlere ve özellikle Müslümanlara yaptığı zulmün hesabının mutlaka sorulacağını yazmış. Huntıngton’un teorisini doğru kabul eden Batılılar, Türkiye’nin Osmanlıyı canlandırarak onlardan hesap sormasından endişe ediyorlar. Bu yüzden son 25 yıldır İslam’ı asıl düşman kabul ederek şimdiye kadar orta doğuda 4 milyondan fazla Müslüman öldürdüler. Ayasofya’nın açılmasından sonra Türkiye’yi kuşatma harekâtına hız verip düşmanlıklarını daha da açıktan yapmaya başladılar.

Baktığımız zaman İslam dünyasına liderlik yapabilecek ülkeler, nüfus yapıları askeri ve ekonomik kapasiteleri bakımından Türkiye, Pakistan, Mısır, ya da İran olabilir. Birkaç yıl önce Mısır’ı çok kolay bir şekilde hallettiler. Pakistan siyasi iç sorunlarıyla boğuşmaktan kalkınma hamlelerini yapamıyor. İran ise, Batı’nın elinde bir oyuncak haline gelmiştir. Esasen İran, sapkın dini görüşleri ve kuşatıcı olmayan söylemleri sebebiyle İslam coğrafyasına liderlik yapacak kapasiteyea Sahip bir ülke de değildir; tarih boyunca da olmamıştır. Geride bir tek ülke kalıyor; o da Türkiye’dir. Batılılar, Türkiye’nin, mazlum milletlere liderlik yapabileceğinden korktukları için önünün mutlaka kesilmesini gerektiğini düşünüyorlar. Bu amaçla Türkiye’nin Afrika’ya, Kafkaslara ve Balkanlara uzanmasının mutlaka engellenmesini düşünüyorlar. Bu konuda ellerinden gelen planlamaları yapıyorlar. Bunun için Doğu Akdeniz’i uluslararası sorun haline getirdiler. Hatta Batılı yöneticiler [Biden] açıkça demokratik teamüllere aykırı davranarak kameraların önünde, “Artık Türkiye’de darbelerle değil muhalefetle işbirliği yaparak mutlaka iktidarı değiştirmeliyiz” diyorlar.

Batı, duyduğu bu ciddi kaygılar sebebiyle ne yapıp edip Türkiye’yi ayağa kalkmaz hale getirmeli, ayağından çekip aşağıya çekmelidir. Bu iş için en elverişli araç, terör örgütlerini desteklemektir. Zahirde Türkiye dostu görünen Almanya, Belçika, Danimarka, Hollanda, İngiltere, Fransa ve ABD bu planın peşindeler ve tüm mesailerini bu yolda harcıyorlar. Bunun içindir ki, Avrupa parlamentosunda ve ABD kongresinde terör örgütü olarak kabul edilen PKK’yı ve diğer Marksist-Leninist örgütleri destekliyorlar. Türkiye söz konusu olduğu zaman her türlü teröre destek veriyorlar. Hatta normalde dinci örgütlere taraf olmayan ve onları düşman kabul eden Batılılar, Fetöyü açıkça ve Deaş’ı da el altından Türkiye aleyhine destekliyorlar.

Şimdi de, yerel yönetimlere özgürlükler vaadiyle Türkiye’deki muhalefete gaz vererek mevcut iktidarın devrilmesiyle Kürtlerin özgürlüklerine kavuşacaklarını ilan etmeye başladılar. Terör destekçisi partiler ve dağdaki teröristler, yerel yönetimlere özgürlüğü şimdiden bir bayram havasında kutlamaya başladılar. Yerel yönetimlere özgürlük ne anlama geliyor bir bakalım: Terör destekçisi bir partinin deyimiyle, “Öz yönetim, öz denetim, öz güvenlik ve öz yargı” anlamına geliyor. 2015 yılında Diyarbakır Sur’da, Cizre’de ve Nusaybin’de kazılan çukurlar ve hendekler bu metinleri şerh ediyor. Yani adamlar Kuzey Irak’ı ve Kuzey Suriye’yi örnek alarak kendilerine ait bir bölgede, kendilerine ait bir özerk yönetim [devlet] kurmak istiyorlar. Bu güçlerini de Batılı ülkelerden alıyorlar.

Hâsılı Batı için fark etmez; yeter ki Türkiye düşmanı bir terör örgütü ortaya çıksın. Batı bütün gücüyle böyle bir örgütü destekler. Bakınız Deaş Türkiye’de

5 / 5

katliam yatığı zaman Batı’dan kuru-sıkı bir kınamadan başka ses duyulmuyor. PKK katliam yaptığında o kınama bile duyulmuyor. Batılı yöneticiler, 6-8 Ekim 2014 yılında, 36 ilde meydana gelen sokak olaylarında, ikisi polis 45 kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulan bir parti liderinin neden cezaevinde olduğunu her platformda Türki yetkililerine soruyorlar. Türk yetkililer de, ayyuka çıkan bu samimiyetsizliğin farkındalar. Artık Batı’yı anlamanın zamanı gelmiş, hatta geçmiştir. İnanıyorum ki, önümüzdeki on yıl içinde ya Batılı ittifaklar dağılacak ya da Türkiye güçlü İslam Ülkeleriyle farklı ittifaklar oluşturacaktır. Bu yüzden Türkiye, Batı ile olan dostluklarını gözden geçirmek zorundadır ve gelecek on yıl için hesabını iyi yapmalıdır. Ayaklarımıza pranga olan sahte ittifaklar ve dostluklarla bir yere varamayacağımız açıktır. Unutmamalıyız ki, düşmanın düşmanı dosttur, ama düşmanın dostu düşmandır.