BARO'dan Hrant Dink davası açıklaması
Şanlıurfa BAROundan Hrant Dink davası ile ilgili olarak yazılı bir basın açıklaması yaptı.
Yargı paketi incelendiğinde, yargıyı hızlandırayım derken olası ekonomik sonuçlarının yeterince düşünülmediğini ve sadece Adalet Bakanlığındaki yargıçların gözüyle yasa tasarısı hazırlığının buna yol açtığını düşünüyoruz. Özellikle ekonomik, siyasal ve sosyal sonuçlar doğurmaya aday konulardaki yasa çalışmalarının hâkim ve savcılardan oluşan yargı bürokrasisi üzerinden yürütülmesi, isabetli bir tercih değildir. Bu nedenle toplumun nabzını tutabilmesi için Adalet Bakanlığının sadece yargıçlara açık olan kadrolarına iktisatçı, sosyolog, iletişimci ve avukatları da katması gerekir. Karşılıksız çek keşide edenlere yönelik hapis cezasının kaldırılması yargıdaki iki milyon dosyayı işlemden kaldırmakla yargının yükünü epey hafifletecek gibi görünüyor. Şanlıurfa Barosu olarak ekonomik nedenlerle bireylerin cezalandırılmaması gerektiği düşüncesini hukuki ve doğru bulduğumuzu belirtmek istiyoruz. Ancak karşılıksız çek keşide etmenin cezalandırılmasından vazgeçilirken uygulamada bir dolandırma aracı haline gelen çek kullanım biçiminin engellenerek alacaklıların korunmasını sağlayacak düzenlemelerin eş zamanlı olarak yapılmamış olmasının kötü niyete prim vermek gibi sonuçlar doğuracağı dikkate alınmamıştır. Türkiye her şeyin kayıt altında olduğu bir AB ülkesi değildir. Kötü niyetli borçlular rahatlıkla varlıklarını gizleyebilmekte alacaklıdan malını kaçırabilmektedirler.
Çekle alışveriş ve bunların tahsil yolu konusunda bugüne kadar piyasalara yerleşmiş belli bir güven vardır. Adalet Bakanlığının açıklamış olduğu yargı paketindeki bazı düzenlemelerle bizce ekonomide güven bunalımı ve krizin kapısı aralanacaktır. Üretici, esnaf gibi ticari aktörler, vadeli alışveriş imkânı sunan çek ve senedin işlem güvenliği kalmadığından peşin satışa geçmeye çabalayacaktır. Bu durum en çok dürüst iyi niyetli küçük esnafın mal alamaması sonucunu doğuracağından iflas etmeleri anlamına gelecektir. İşlem güvenliği kalmadığından esnaf çiftçiye hasat zamanı ödenmek üzere çek karşılığı gübre, tohumluk veya ilaç vermeyecek bu ise çiftçiyi zor durumda bırakacaktır. Mademki çek için ceza yaptırımı kaldırılmaktadır, o halde bankaların karşılıksız çıkan çeklerde sorumlu oldukları oran yükseltilmelidir. Ancak oldukça güçlü bir lobiye sahip olan Bankacılık Sektörünün bu bakımdan korunacağını yani bu yönde bir düzenlemenin yapılamayacağını geçmiş tecrübemiz bize öğretmektedir. Gerekiyor ise çek alacakların bankaya teminat vermeleri sağlanmalıdır.
Paketle devletin malvarlığına yönelik işlenen suçlarda cezalar artırılırken, özellikle petrol ve doğalgaz gibi iletim hatlarına yönelik hırsızlık ve eylemlerde daha ağır cezalar getirilirken vatandaşların borçlulardan alacaklarını tahsil etmeye yarayacak cezai yaptırımların ortadan kaldırılması ise çelişkili bir durum yaratmıştır.
Paketle borçlu korunurken alacaklı açıkça mağdur edilmektedir. Asgari ücret tutarı olan 886.5 liranın altındaki alacaklarda doğrudan icra takibine başlanmayacak, önce borçluya davet yazısı gönderilecektir. Bu ise alacaklıya fazladan tebligat masrafları ve zaman harcayarak uğraşmak zorunda bırakmak demektir. Çekte ceza kaldırılınca, ev hacizleri kalkınca yargıda iş yükü azalacak gibi görünse de aslında çek senet mafyasının ve tefecilerin önünün açılması da sözkonusu. Hal böyle olunca bu defa savcılıklara çekle dolandırıcılıktan suç duyurusu ve organize suçlar olarak geri dönecektir ki azalmanın olmayacağını, tedbirler alınmadan ticari hayatın ekonomik dinamikleriyle oynanmasının ağır sonuçlarını somut olarak bize gösterecektir.
İcra dairelerinde her türlü nakdi tahsilât banka aracılığıyla yapılacak. Bu kapsamda vekâlet ücretinin 1136 sayılı Avukatlık yasasındaki karinenin aksine bir durum yoksa vekile ait olduğu gözetilmeden bankada alacaklı hesabına yatırılması da yasaya aykırıdır. Ayrıca bu durumda vekil ile asil arasında savunma mesleğini yıpratacak ihtilaflar meydana gelecektir.
Tutuklama süreleriyle ilgili ve tutuklama kararlarına ilişkin çalışmalar yeterli değildir. Uzun tutukluluk süreleri hakkında herhangi bir değişiklik yapılmazken, tutuklamanın gerekçelerinin belirtilmesinin istenilmesi konuya çözüm getirecek bir yenilik değildir. Mevcut yasada da zaten tutuklama halinde gerekçe zorunlu iken hâkimler tarafından buna uyulmamaktadır. Sorun yasal değil zihniyet ve iş yükü sorunudur. Bu konuda tutuklamayı yapan hâkimlerin yaptırım gerektirecek şekilde performans kriterine tabi tutulmaması halinde istenen sonuç alınamayacaktır.
Dosyadaki gizlilik kararının 3 ay ile sınırlandırılması ve bir daha arttırılamaması olumlu bir adımdır. Ancak şüphelinin tutuklamaya sevk edilmesi halinde mutlaka savunmasını yapabilmesi için sevkle birlikte, alınan gizlilik kararı da o anda hiçbir işleme gerek kalmadan ortadan kalkmalıdır. Aksi halde hürriyetinden yoksun bırakılma tehdidiyle karşı karşıya kalan şüphelinin etkin savunma yapma hakkı elinden alınmış olacağı gibi adil yargılanma hakkı da ihlal edilmiş olacaktır. Ayrıca uygulamada istisnai olması gereken şüpheli ve müdafiinin dosyaya erişimini engelleyen gizlilik kararlarının keyfi bir şekilde genelleştirilerek, hemen hemen her dosyada savunma hakkını ortadan kaldıracak şekilde alınıyor olmasını engelleyici bir düzenleme yapılmaması, en azından bu konuda suç tiplerinin daraltılmaması da ihtiyaca cevap vermemektedir.
Adaletin hızlandırılması çabasının anlamlı olabilmesi için kalıcı çözümlere ihtiyaç vardır. Bunun yolu bireylerin bütün hak ve özgürlüklerinin yargılama konusu yapılmaksızın verilmesinden geçer. Yani tam bir Hukuk Devleti olmak gerekir. Bu açıdan bakıldığında, göstericilere daha ağır ceza vererek gösterileri sona erdirme çabasının sonuç vermeyeceğini, aksine gösterilerin ancak hak arama biçimi olmaktan çıkarılması, varsa gösterilerin altında yatan haklı taleplerin önceden belirlenerek vatandaşlara anayasal eşitlik temelinde sunulması, yani önleyici tedbirlerin gerçek anlamda alınması halinde yasaların anlamlı olacağı aşikardır. Ancak o zaman bir adalet reformundan bahsedilebilir. Bu bakımdan yeni suçların tanımlanması, cezaların artırılması kaygı vericidir.
Düzenlemeyle molotof kokteyli, patlayıcı madde bulundurma suçunun düzenlendiği TCKnun 174. maddesi kapsamında 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Molotofun bir örgüt adına kullanılması durumunda ise ceza yarı oranında artırılacaktır. Hukuk kurallarını koyanlar öteden beri çözümü, ceza sisteminde aradılar. Suçun işlenmesine neden olan saikleri ortadan kaldırmayı hiç sorgulamadılar. Şüphesiz insan yaşamına yönelen her eylem ve araç kabul edilemez ve bunlar ceza hukukunun ilgi alanına girer. Özellikle istanbulda şehiriçi otobüsüne atılan molotof sonucu yaşamını yitiren genç kızın geride bıraktığı hazin öyküsü kamuoyunu ciddi bir şekilde rahatsız etmişti. Ancak bu düzenleme yine çocukları vuracak gibi. Kamuoyunda taş atan çocuklar diye tanımlanan davalardaki gibi uzun tutukluluk sürelerinin bir benzerinin çocuklar için yaşanması riski söz konusu. Eylemlerde suçun anlam ve önemini kavrayamayacak olan çocuklara molotof attırılması halinde ise can kaybı yaşanmasa da orantısız bir ceza öngörülüyor olması da endişe verici. Ayrıca molotofun bulundurulması suç olarak kabul edildiğinden silah amacıyla bulundurulacak olan molotofun örneğin evlerde bulunan benzin şişesiyle nasıl ayırt edileceği de uygulamada ciddi sorunlar yaratacaktır.
Enerji hırsızlığı suçunun karşılıksız yararlanmaya dönüştürülmesi, yani kaçak elektrik kullanma ile ilgili düzenleme yerindedir. Özellikle geçmiş dönemde ihaleyle okuma işini üstlenen bazı firmaların Şanlıurfa'da kaçak elektrik kullanan abone yakalama primi adı altında haksız bir şekilde bazı abonelere işlem yapmaları nedeniyle binlerce insanımız bu suçun mağduru olmuştur. Düzenlemeyle borcunu ödemiş abonelerin mağduriyeti kaldırılmış olacaktır.
Basın davalarında erteleme, hafif suçlarda tutuklama yerine adli kontrolün uygulanması gibi değişiklikler olumlu gelişmelerdir. Suç işlemiş kişilerin çalışma koşullarını ömür boyu zorlaştıran onları toplum dışına iten dolayıyla tekrar suç işlemelerine neden olan adli sicil kayıtlarının belli bir süre sonunda silinmesi yönündeki çalışma olumludur. Diğer taraftan idarenin görev alanına giren konuları yargıdan alıp zaten asli görevleri arasında olan idari makamlara vermek yargının yükünün hafifletilmesi kapsamında olumlu bir gelişmedir.
Yapılması düşünülen düzenlemeyle küçük yaşta zorla evlendirilip, cinsel yönden istismar edilen şiddet gören doğum için hastaneye giden çocuklar veya şiddet gören kadınlar hastaneye başvurduklarında; doktorların bu suçları adli makamlara bildirmemeleri durumunda verilen hapis cezası ortadan kalkıyor. Bu düzenlemeyle suçu bildirme zorunluluğu kalktığından çocuklar ve suç mağduru kadınlar daha da korumasız kaldı. Bu açıkça çocuk istismarı ve kadına yönelik şiddetle mücadelede bir geri adımdır.
Şanlıurfa Barosu olarak bir hukuk kurumu olmanın bilinciyle süren yargılamalarda görüş belirtmemeye özen gösteriyoruz. Ancak kamuoyunda geniş yer tutan ve mahkeme başkanı dâhil herkesin düşünce ve yorumda bulunduğu Hrant DİNK davası ile ilgili olarak esas hakkında olmamakla birlikte yargılama usul ve sonuçları hakkında birkaç cümle ile görüşlerimizi belirtmek zorunlu hale gelmiştir. Baştan belirtelim ki, HAYAL KIRIKLIĞI YAŞIYORUZ. Çünkü 5 yıl boyunca özverili çalışma yürüten DİNK ailesi ile avukatlarının ve aydınların, insan hakları savunucularının ısrarlı takibine rağmen davanın arka planının aydınlatılmaksızın bu şekilde sonuçlanmasını şaşırtıcı buluyoruz. Halen görevi başında olan ve vicdanen rahat olmadığını beyan eden mahkeme başkanının açıklamalarını da şimdiden hukuk tarihine not edilmiş bir garip açıklama olarak nitelendiriyoruz. Cinayetin hemen ardından gösterilen duyarlılığın yargılama sürecinde yeterince gösterilmemesini kamu görevlilerinin bunca imkâna rağmen yargı önüne çıkarılmamasını manidar buluyoruz. Korumacı reflekslerle devlet içinde gömülü birimlerin adalete teslim edilmemesi tamamen irade eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan da yukarıda yargı paketi için bahsettiğimiz sözü tekrarlamak istiyoruz. Sorun yasal değil, sorun zihniyet sorunudur. Şayet bu davada bir çocuğa tetik çektiren karanlık örgütsel yapı ortaya çıkarılamaz ise hiç kimsenin hukuksal güvenliği olamayacaktır. Bu dava samimiyet testi açısından yani sistemin ötekileştirilenleri koruma iradesinin var olup olmadığının anlaşılması bakımından turnosal görevi görecektir denildi.