BAŞBAKAN ERDOĞAN, TÜRKLER VE ARAPLAR

BAŞBAKAN ERDOĞAN, TÜRKLER VE ARAPLAR


 

Başbakan Erdoğan’ın Mısır’ı ziyaret edeceği gece,  başkent Kahire’den yayın yapan bir televizyonda, biri erkek biri kadın iki sunucu haber sunuyorlardı. Kuşkusuz Türkiye’nin Başbakanı Mısır’a geliyordu; dolaysıyla biraz Türkiye hakkında bilgi vermek gerekirdi. Önce kadın sunucu konuştu: “Minarelerinden ezan sesi ve kiliselerinden çan sesi duyulmayan bir ülkedir Türkiye…” dedi. Erkek sunucu tebessüm ederek arkadaşının yaptığı bu gafı düzeltmek istedi ve Türkiye hakkında daha doğru sayılabilecek bilgiler vermeye başladı. Fakat iş işten geçmişti.

Kadın sunucunun bu gafı, Arap medyasının, kamuoyunun ve özellikle siyaset dünyasının, Başbakan Erdoğan ve Türkiye hakkında ne kadar yetersiz bilgiye sahip olduklarını göstermektedir. Doğrusu Osmanlı’nın yıkılışından sonra bağımsızlığını elde eden Türkiye, 80 yıl boyunca, bir takım ırkçı sebeplerden dolayı sırtını Araplara dönmüştü. Araplar kendi hallerinde, Türkler de kendi hallerinde olmak üzere 80 yıldan beridir birbirilerinden habersiz bir şekilde yaşadılar.  Oysa Merhum Akif’in “Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki, yaşar der, delidir.  Arabın Türk ise, hem sağ gözü hem sağ elidir” dizeleri,  Araplar ve Türkler arasında olması gereken kardeşlik ruhunun güçlülük derecesine vurgu yapıyordu. Sadece Türkler ile Araplar değil, Türklerle diğer bütün kavimler arasındaki münasebet et-kemik mesabesindeki bir kardeşlik ruhuydu.

Ama açık söylemek gerekirse,  özellikle Türklerle Arapların arasını bozanlar usta adamlarmış doğrusu. Türklere: “Siz temiz adamlarsınız; zekisiniz. Üstün bir ırka mensupsunuz. Araplar gibi tembel, pis ve işe yaramaz adamları binlerce yıl sırtınızda taşıdınız. Bir de birinci dünya savaşında İngilizlerle bir olup sizi arkadan vurdular. Artık yeter… Ayrıca Arapların çok zor okunan kargacık-burgacık yazılarını artık okumak zorunda değilsiniz. Yazıldığı gibi okunan Latin harfleri ne güne duruyor? Onlar sizin atalarınızın dili olan Uygur alfabesine de daha yakındır üstelik.”

Araplara da dönüp şöyle dediler: “Bu Türkler yıllarca sizi sömürdüler. Size adalet getireceğiz diye asırlarca size zulüm ettiler. Sizin altından daha kıymetli olan maddi-manevi servetlerinizi hoyratça sömürdüler. Artık yeter demenin zamanı gelmedi mi? Türkler neden sizi yönetiyor? Sizi adam değil misiniz?

Arapların ve Türklerin kalbine ayrı ayrı ekilen bu ayrılık tohumları kısa zamanda meyvelerini verdi. Hem Araplar hem de Türkler kardeşliği unutarak ağza alınmayacak hakaretleri ders kitaplarında ve edebi eserlerde yazmaya başladılar. Araplar, Türklerin ne kadar hunhar, acımasız ve insanlıktan nasipsiz olduklarını yazdılar. Türkler de Arapların kirli, pis, hain ve korkak olduklarını yazdılar. Hatta bazı bilinçsiz Türkler siyah köpeklere “Arap” ismini bile koymaya başladılar. Zamanın CHP milletvekili şair Kemalettin Kamu ise,  birkaç adım öteye giderek: “Ne mucize ne efsun, Ne örümcek ne yosun.  Çankaya bize yeter, Kâbe Arab’ın olsun” dizeleri gibi arş-ı alayı titretecek şiirler yazmıştı.

Eğer bugün Arap dünyasındaki gazeteciler ve siyaset adamları Türkiye’yi yeterince tanımıyorlarsa şaşmamak lazımdır.  Zira 80 yıl boyunca Türkler bir vadide, Araplar bir başka vadide hayatlarını sürdürdüler. Ne biz onları tanımaya yönelik doğru-dürüst adımlar attık; ne de onlar ciddi bir şekilde bizi tanımaya çalıştılar. Fakat “idare eden bir devlet” ve bir “ağabey” olarak bizim kabahatimiz daha büyüktür. Zira onlar yanlış yapsalar bile bizim yanlış yapma lüksümüz yoktur.

Sayın Başbakan’ın deyimiyle, Arap başkentlerinde görev yapan ve Türkiye’yi tanıtmakla görevli olan monşerlerimiz, birer Türk gibi değil, adeta birer İngiliz ya da Fransız gibi yaşadılar; yıllar yılı Batılı monşerlerle arkadaşlık yaptılar, onların sohbetlerine katıldılar ve onlarla samimiyet kurdular.  Sabah-akşam içkili toplantılarda vakit geçirip çocuklarının da onlar gibi monşer olabilmeleri için Batı dillerini öğrenmeleri uğrunda elçilik yaptılar. Araplar da büyük elçilerimize bakarak Türklerin dini tamamen terk ettiklerini sandılar.

Bu yüzden bazen Arap ülkelerini ziyaret ettiğimizde Arapça konuştuğumuzu gören Araplar hayretlerini gizleyemiyorlar ve “Türkiye’de Arap harfleri okutuluyor mu? Siz Kur’an okuyabiliyor musunuz” şeklinde sorular soruyorlardı. Hani Araplar, “Türkiye Almani=Laik ve dinsiz bir devlettir” şeklindeki varsayımlarında haksız da değillerdi. Zira bu ülkede dini ve mukaddesatı tamamen ortadan kaldıracak bir plan üzerinde çalışılmış; bu amaçla Kur’an harfleri yasaklanmış; camiler kapatılmış ve ezan yerine bir şarkı okutulmuş, fakat Allah’ın izniyle yine de muvaffak olunmamıştır. 1950’den sonra Türkiye’yi can evinden vurma planları büyük çapta akamete uğramıştır.

Kabul etmek gerekir ki, 1970’lerden sonra Türk siyasi hayatında etkili olan merhum Necmettin Erbakan’ın Arap âlemi ve İslam dünyasının siyaseti üzerinde büyük tesiri olmuştur. Araplar Erbakan’a: “Türkiye’yi İslam ile tanıştıran yeni yüz” gözüyle bakıyorlardı. Bugün Arap gençliğinin Başbakan Erdoğan’a gösterdikleri teveccüh’te Erbakan’ın payı inkâr edilemez. Allah rahmet eylesin…

Ne mucize