AYASOFYA
On yıllarca hayallerimizi süsleyen Ayasofya… Hiçbir zaman Ayasofya’ya bir müze gözüyle bakmadım. Ayasofya, çocukluğumdan beri içimde bir ukde, bir yara gibi duruyordu. Büyüklerimiz, “Ayasofya Fatih’in İslam dünyasına yadigârıdır. Birileri 1930’larda hükümeti iğfal ederek onu kiliseye çevirmek istediler. Ama bu kutsal mabet bir gün mutlaka eski haline dönecektir” diye bize telkinde bulunuyorlardı. 1970’li yıllarda İmam-Hatip Lisesinde okurken arkadaşlarımız Ayasofya ile ilgili şiirler yazarlardır. Bitmeyen ve tükenmeyen bir arzu ve derinden gelen bir samimiyetle bir gün Ayasofya’nın zincirlerinden kurtulacağını hem umut ettik durduk. Resul-i Ekrem (s.a.v), “Elbet İstanbul fetholunacaktır” buyurduğu gibi, o acıyı birebir yaşayan hocalarımız da her zaman bize, “Sabırlı olun, Ayasofya bir gün mutlaka özgürlüğüne kavuşacaktır” diyorlardı.
Kutsal mabedin âşıkları, “Ayasofya’yı camiye çevirmek Demokrat Parti Lideri Menderes’e nasip olur” diye yıllarca umutla beklediler. Ama merhum Menderes ezanı aslına çevirmeyi, birinci hedefi haline getirmişti. İktidara gelir gelmez ilk icraatı ezanın aslına çevrilmesiydi. Ne yazık ki, sıra Ayasofya’yı camiye çevirmeye gelemden ezan onun başına mal oldu. Menderes ezan uğruna dinin ve milletin şehidi oldu. Ne mutlu ona… Allah rahmet eylesin.
Hepsi değil, fakat hüsn-ü zan sahibi bazı Müslümanlar, “Mabed’in zincirlerini kırmak belki Demirel’e nasip olur” diye uzun yıllar bekleyip durdular. Ne var ki, Mendersi’in ezan yüzünden ipe gittiğini gözleriyle gören Demirel büyük bir korkuya kapılmıştı. Bu yüzden vesayet rejiminin baskılarına boyun eğdi ve uzun yıllar iktidarda kaldığı halde Ayasofya’nın camiye çevrilmesinden hiç söz etmedi.
80’li yıllara Turgut Özal damgasını vurdu. Özal, mason teşkilatlarının localarından değil, milletin içinden çıkıp gelen cesur bir liderdi. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hükümete geldiği için darbenin baskılarına rağmen bürokratik vesayete ve derin devlete meydan okudu. O güne kadar kimsenin cesaret edemediği ekonomik ve idari çok büyük reformlara imza attı. Özal’ın en büyük reformlarından birisi de, cumhurbaşkanı olunca, 1990’yılında Ayasofya’yı kısmen ibadete açması ve hırka-i saadet odasından 400 yıl kesintisiz okunan Kur’an kıraatini yeniden başlatmasıydı. Vesayet rejiminin derin adamları onu da affetmediler. Çünkü bu adamlar, dine ve dindarlara vurulan darbeleri tersine çeviren herkesi düşman bellemişlerdi.
Sıra halkın en büyük lideri Tayyip Erdoğan’a geldi. Erdoğan, Ayasofya’nın esaret altındaki hal-i pürmelalini göre göre büyüyen bir İstanbulludur. O herkesten daha fazla mabedin zincirlerini koparmak istiyordu. Fakat Erdoğan ilk hedefine, yıllarca büyük bir yara haline dönüşen başörtüyü koymuştu. Başörtüsü için yıllarca vesayetçilerle mücadele etti ve sonunda başardı. 2008’den beri artık Türkiye’de bir başörtüsü sorunu yoktur. Başörtüsü sorununun çözüme kavuşması, domino etkisi yaparak kangren haline gelmiş birçok sorunun daha çözüme kavuşmasına sebep oldu. Böylece örtülü ve örtüsüz kadınlar arasında bir barış havası esmeye başladı.
Sıranın Ayasofya’yı esaretten kurtarmaya geldiğini çok iyi bilen vesayetçiler bu kez Erdoğan’ı hedefe koydular. Onu bir darbeyle hükümetten uzaklaştırmak ve onu öldürmek için Fetö’yü kullandılar. 15 Temmuz 2016 gecesi, Erdoğan’ı yok etmek için bir askeri darbe girişiminde bulundular. Fakat teröristler, Erdoğan’ın Özal gibi cesur olduğunu ve kefenini her zaman yanında taşıdığını hesaba katmamışlardı. Erdoğan, vesayetçilerin çok korktukları ölümü hakir gören bir liderdir.
İşte bu yüzden Erdoğan başardı. Ayasofya’yı esaretten kurtarmak için adım adım ilerliyordu. Bazı müfsitler yıllarca, neden aceleyle Ayasofya’yı camiye çevirmediğini dile getirdiler. Fakat Erdoğan Akıllı davrandı ve sonunda başardı. 10 Temmuz 2020, Türkiye’nin prangalarından kurtuluşunun tarihi olacaktır inşallah. Ayasofya’nın kapısına vurulan zincir, vesayet rejiminin son halkasıydı. O halkayı koparıp zir-u zeber etmek Erdoğan'a nasip oldu. Yaşasın Erdoğan… Allah’a hadsiz şükürler olsun.