AVRUPAYA ŞİFA VERECEK REÇETE
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Egemen Bağışın İtalyadaki Espansione Dergisie Avrupayı İyileştirecek Türk Reçetesi adlı röportaj verdi.
Avro? Bir kriz olduğu duyuruldu. Ve bugün ABnin kaderi Almanyanın elinde. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci ile röportaj. Sayın Bağış, Berlin ile bir uzlaşı öneriyor.
Giuseppe MANCINI, İstanbul
Disneylanda gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış son zamanlarda şu soru ile bombardımana tutulmakta: Kıbrısın birleşmesi için yürütülen müzakerelerin olumlu sonuç vermemesi ve 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren Avrupa Birliği (AB) Dönem Başkanlığının Güney Kıbrıs Rum Yönetimine geçmesi durumunda Türkiye ne yapacak? Sayın Bakan, altı aylık bir yolculuk diyerek kısa kesiyor. New Yorkta eğitim görmüş olan 41 yaşındaki Bağış, 2002 yılında, şu anda iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinden (AK Parti) İstanbul milletvekili seçildi. 2009 yılından bu yana ise, AB ile ilişkileri yürütmekte. Recep Tayyip Erdoğanın mevcut üçüncü tek parti Hükümetinin ilk aylarında kurulan Avrupa Birliği Bakanlığının başında. Türkiye için ABye girmek temel stratejik bir hedeftir. Bağış da Ankara Hükümetinin Avrupaya yönelik niyetinin önemli bir göstergesi. Bu hedef doğrultusunda Türkiye, 27 üyeli ABye katılmak için Avrupanın istediği reformları hızlandırma yolunda adımlar atmaktadır. Bürokrasinin geniş anlamda modernizasyonu için çaba gösterilmekte, Avrupa vatandaşlığının ne olduğunu ifade edebilmek adına çeşitli ortaklık projeleri ve girişimler yürütülmektedir. Bunların ötesinde Türk Hükümeti, 2005 yılında başlayan ve Avrupa Komisyonu ile yürütülen katılım müzakerelerine ara vermek niyetinde değildir; elbette Disneyland meselesi hariç. Bunlar, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Dönem Başkanlığı boyunca da öngörüldüğü gibi devam edecektir. Buna rağmen, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile diplomatik ilişki tesis etmemiş olan Ankara, Lefkoşanın takvimine alacağı aday ülkelerle yapılan görüşmelere icabet edemeyeceğinden bazı sorunlar ortaya çıkacaktır: Bunlar, herhangi bir siyasi beyan veya karar açısından önem taşımayan, daha ziyade resmi tören gibi rutin buluşmalardan ibarettir. Sadece bir etiket meselesi diyor Bakan. Bakan bu süreçte sürecin durmayacağını ve kendisinin tatile çıkmayacağını, Avrupa başkentlerinde, 81 ilde ve Ankara-Brüksel arasında iş için seyahat etmeye devam edeceğini belirtiyor. AB bayrağı ve Türk bayrağından oluşan ikili bayrak ve mercek altında olarak
Bir temastan diğerine koşan Bağış, Avrupadaki siyasi ve ekonomik krizin nedenleri ve sonuçları konusunda kendi bakış açısını Espansioneye ifade etmeye, bu krizden nasıl çıkılacağı konusunda bazı tavsiyelerde bulunmaya zaman ayırmıştır.
Bağış, Avro krizi, sürpriz dışında her şeydir diyor. Frankfurt Merkez Bankası tarafından yönetilen Birliğin para politikası ile devletlere bırakılan mali politikanın çelişmesinden ve dahası istikrar paktının kurallarını ihlal edenler için kesin bir yaptırım mekanizması bulunmamasından dolayı Avrupa para birliğinin en başından beri yapısal olarak eksik olduğunu düşünüyor. Bazı hükümetler bundan fayda sağladılar. Ekonomik politikalarını ve kamu finansmanlarını on yıldan fazla çok kötü şekilde yönettiler. Ayaklarını yorganlarına göre uzatmadılar ve makroekonomik dengesizliklerle mücadeleye devam edemez duruma geldiler. Bundan daha da dramatik olanı diye devam ediyor Bakan, ekonomik krizin siyasi krize dönüşmesidir. Yunanistan ve İtalyada seçimle başa gelen hükümetler istifa etmek zorunda kaldılar ve bunların yerini teknokrat hükümetler aldı. Bağış şu konuyu merak ediyor: Acaba, AB bütçe açığını kapatmaya çalışırken, demokratik açıkları meşru görme eğilimi göstermiş olabilir mi? Kendisinin cevabı maalesef evet: Çünkü ekonomik krizin üstesinden gelebilmek adına etkili ve meşru olan tek araç, gerçek ve altın kural, daha güçlü bir demokrasidir. Türkiyenin son on yıl içinde hamle yapan ekonomisini şöyle açıklıyor: AK Partinin demokratik kimliğinin güvencesiyle gerçekleştirilen reformların bir ürünü olarak 2011 yılında da GSYH % 8 artmıştır, bu reformlar istikrar ve güveni tesis etmiştir. İşte Avrupayı kurtaracak iki sihirli kelime de bunlardır.
Fransanın gerilemesi bile (diğer bir deyişle üç Anın çöküşü) Bağış için bir sürpriz değil; bu, gerek ulusal düzeyde gerek Birlik düzeyinde krize verilen yetersiz ve geç cevap vasıtasıyla belirlenmiş olan yapısal dengesizliklerin doğrudan bir sonucudur. Bunun yerine AByi, sadece bazı üye devletlerin (Fransa, Yunanistan veya İtalya gibi) sorunları üzerinde yoğunlaşmak yerine birlikte kolektif bir çıkış aramaya davet ediyor.
Ancak, doğruyu söylemek gerekirse, sistemin belirleyici oyuncusunun Almanya olduğunu ve Almanyanın diğer üyeler için her zaman dengesizlik yaratacak seçimlerinin ya krizden çıkışı ya da Avrupa projesinin çöküşünü getireceğini açık bir şekilde kabul ediyor.
Almanya hakkındaki görüşü buraya kadar olumlu: Angela Merkel borç sorununun üstesinden gelebilmek için tasarruf tedbirlerinde ısrarcı olmuş ve daha katı kurallar ile otomatik yaptırımlara dayanan bir mali birlik tarif etmiştir. Ankara ise daha sağlam ve herkes tarafından uyulan açık ve net kuralların işlediği, daha iyi organize olmuş bir Avrupada yer almak istemektedir; ancak, avroya olası geçiş Bakan'ın değerlendirmeyi tercih etmediği bir durumdur. Gelecekte Brükseldeki müzakere yaklaşımının sadece tam üyelik şeklinde olacağı görülecektir. Berlinden daha da güçlü bir aktif tutum beklemesine rağmen, AByi krizden çıkarabilmek için Almanyanın yeni güçlerin dahil olması suretiyle desteklenmesini elzem olarak değerlendirmektedir. Bakan gururla söylüyor, bugün Türkiye tek başına bu rolü üstlenebilecek en uygun ve en güvenilir ülkedir.
GÖÇ, İSLAM VE KATLİAM
Eski kıta üzerinde bir başka kriz daha söz konusudur: Müslüman göçmenler ile yerleşik halk arasındaki ilişkiler. Şu an itibarıyla Müslüman göçmenlerin sayısı 25 milyondur ve bunların büyük kısmı Avrupa vatandaşıdır. İslama ve Müslümanlara duyulan bu akıldışı nefretin, Bakan bu kelimenin altını kuvvetle çiziyor, AByi kuran felsefeye bir tehdit oluşturduğu kanaatindeyim; retorik şiddet korunma seviyesini artırmıştır ve Avrupada yaşayan Müslümanlar günlük hayatlarında bile her açıdan ayrıma maruz kalabilmektedir.
Bakan, 11 Eylülün tam bir dönüm noktası olduğunu düşünüyor. Zira Başbakan Erdoğan liderliğinde Batılı dostlara yönelik olarak sürekli tekrarlanan tavsiyeler ve uluslararası müzakerelerle en başından itibaren mücadele edilmeye çalışıldığı halde, Batı kamuoyunda, İslam (ki Arapça barış anlamına gelmektedir) ile terör arasında sağlıksız bir ilişki kurulmuştur. Bugün durum daha da fazla alarm vermektedir diye devam ediyor Sayın Bakan: Çoğu ekonomik sıkıntıdan dolayı uygun zemin bulan aşırı sağ eğilimli partilerin marjinal konumları genel toplumsal tercihe yaklaştığından, sadece birkaç fazla oy alarak geçerli bir politik vizyonu olmayan popülist liderler aşırı uçlar tarafından alkışlanacak beyanlarda bulunuyorlar. Sadece retorik değil, bunların pratik sonuçları da var: Oslonun üzücü olayı gibi; 77 mağdur, İslam dininin sınırlarında hoşgörülü olmakla suçlanmışlardır: Öyle bir olay ki - ekonomik krizin iyice alevlendirdiği en tehlikeli düşünce sisteminin sembolü, daha ciddi eylemlere sebebiyet verebilir.
Bir kere daha Türkiye, Egemen Bağış tarafından model olarak önerilmiştir: Avrupanın anahtarı farklılık içinde birlik olmaktır diyor, zira Anadoluda, yüzyıllarca barış içinde birlikte yaşama ve hoşgörü egemen olmuştur ve Avrupa bundan bir ders çıkarmalıdır. Örneklerini Boğazda Kuzguncuk semtinde yan yana inşa edilmiş olan sinagog, Hıristiyan, Ermeni ve Ortodoks kiliselerinde görüyoruz. Barış içinde birlikte yaşama ile farklılık içinde birlik modeli olarak Türkiyenin bu fikri, 1917-1922 yıllarındaki Ermeni ve diğer Hıristiyan toplumları tarafından iddia edilen katliamlar tarafından gölgelenmiştir çoğu tarihçiye göre gerçek ve tam bir soykırımdır; ancak, Bağış kesinlikle buna katılmamaktadır ve yıllardır Kürt halkı ile süregelen gerilime gelince, her zaman olduğu gibi, gerçek bir slogandan çok daha karmaşıktır.
Bağış Türkiyenin, katılım sürecindeki açmazdan dolayı, ABnin içine düştüğü bu kriz ile mücadelesinde etkin şekilde katkıda bulunabilecek şartlarda olmamasından üzüntü duymaktadır. Ülkesinin AB içinde olmasına rağmen (Türkiye 1996da resmi olarak gümrük birliğine katılmıştır) hâlâ bir yabancı, hatta politikaların onayında bile dışarıdan biri olarak görülmesine içerliyor. Türkiye, AB Adalet Divanının vizesiz dolaşımla ilgili değerlendirmesi çerçevesinde, Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat hakkının ihlal edildiği, cezalandırıcı ve ayrımcı bir rejim uygulamasına maruz kalan tek aday ülkedir. Çoğu İtalyan hükümeti gibi, mevcut Bakan Terzi de, birçok kez Türk vatandaşları için Birlik topraklarına giriş vizesinin kaldırılmasının, AB tarafından, Avrupa projesinden hayli uzaklaşmış olan Türkiye için doğru zamanda yapılacak bir jest olacağını, hatta Türkiyeyi daha aktif bir rol üstlenmek için cesaretlendirebileceğini söylemektedir. Oysa AB ülkelerinde, Türkiyeye vize konusunda kolaylık sağlamak için istek de yok, heyecan da.