Anlatmaktan Anlatmaya Fark Vardır

Anlatmaktan Anlatmaya Fark Vardır
Aşağıda anlatacağım hikâye, düz mantıkla okunduğu zaman müstehcen gelebilir. Ancak hikâye bir mesaj, bir göndermedir. Pişkin ve ahlaksızlığı bir erdem gibi sunan insanların mantığını ve utanmazlığını ortaya koymaktadır. Toplumumuzda o kadar yüzsüz (!) o kadar utanmaz var ki; yaptıkları hayâsızlıkları erdemmiş gibi anlatırlar. İşte bu hikâyede ki olayda bunlardan biri… Hikâye şöyle; iki arkadaş uzun yıllar sonra tevafuk eseri karşılaşırlar. Her biri iş güç, mevki/kariyer sahibi olmuşlar. Her ikisinin de birer tane kızı vardır. Sarılmalar, özlem ve hal hatırdan sonra, biri kızın ne yaptı, yeğenimiz inşallah bir yere yerleşebildi falan demiş. Kız babası başlamış anlatmaya; “vallahi demiş bizim kızın okuldan bir erkek arkadaşı vardı. Kendisini çalıştığı şirkete koydu, kız çalıştığı şirkette kısa sürede müdürün dikkatini çekmiş, müdür yanına aldı. Maaşına zam yaptı. Kendisine araba aldı… Daha sonra genel müdürün dikkatini çekmiş, genel müdür bakmış ki kız çok becerikli, kendisine özel sekreter yaptı. Dayalı döşeli ev, araba aldı kendisine, Amerika’ya, dış devletlere, nereye gitse yanında götürüyor. Aynı otelde kalıyorlar. Kendisinden ayırmıyor. Yani anlayacağın amcası, bizim kız çok becerikli çıktı demiş.” Sözün tam burasında arkadaşının kendisini ağzı açık bir şekilde hayret edercesine dinlediğini gören adam; “eee amcası senin kız ne yaptı demiş. Arkadaşı; “vallahi benim kız’da oruspu oldu ama ben senin gibi iyi anlatamıyorum.” demiş… Hakikaten bazı insanlar kendi pisliklerini o kadar güzel bir kılıfa koyuyorlar ki; bir an için insanın acaba ben bunu yanlış mı biliyorum, diye içinden kendine sorması geliyor. Bir dostum anlatmıştı; “evimi satması için bir emlakçıya söylemiştim. Emlakçı bir müşteri getirdi, başladı evi anlatmaya, bu ev şöyle, böyle, evin şuyu var, buyu var. O kadar güzel ve abartılı anlattı ki; kendi kendime ben bu evi niye satıyorum diye içimden geçirmeye başladım.” Yani bazı insanlar öyle anlatırlar ki; deveyi cüce, cüceyi deve yaparlar. Olmayan şeyleri varmış gibi, var olan şeyi de yokmuş gibi insanlara sunarlar yâda yuttururlar! Bazen çantacılar/çanta ile ürün satanlar dolaşırlar, o ürün hakkında birkaç kelime ezberlemişler, banda kaydetmiş gibi seri bir şekilde anlatırlar. Bu şekilde vatandaşı ikna ederler ve malını satarlar. Tabi bazıları da kandırıp gerçekte o kaliteye, o özelliğe sahip olmayan malları millete el ve dil çabukluğuyla satarlar. Bazı insanlar, kıvrak zekâlarıyla, bazı insanlar dilbazlıklarıyla işlerini yürütürler. Bu kıvrak zekâlılardan biri bir zaman askere gitmiş. Bu adam evliymiş, üstelik karısı da hamileymiş. Tarlasını çekip çevirecek kimseleri de yokmuş. Kadın kocasına yazdığı mektupta; “erkeklerin hepsinin askere alındığını, yardım edecek tek kişinin bile kalmadığını, bahçeyi kendisinin bellemesi gerektiğini söylemiş.” Kocası uyanık ve kıvrak bir zekâyla hemen cevap yazmış; “sakın tarlaya karışma, silahların hepsi bahçede toprağa gömülü demiş.” Tabi mektup askeri makamlarca okunmuş ve derhal bir manga asker oraya sevk edilmiş, askerler gidip bahçenin her tarafını kazmışlar ancak silah falan bulamadan gelmişler. Yani eli boş dönmüşler. Cephedeki asker tekrar karısına mektup yazmış ve şöyle demiş; “bahçenin iyice bellenmiş olduğunu sanıyorum. Artık sebzeleri rahatça ekebilirsin sevgili karıcığım…” demiş