Anayasa Çalışmaları (Muharrifler ve Mücedditler)
Bilindiği gibi, dünyayı keyiflerine ve zevklerine göre yönetmek isteyenlere Allah peygamberler göndermiş ve onları uyarmıştır.
Peygamberlerin en temel görevi bozulmuş ve tahrif edilmiş dünya nizamını yeniden düzeltmek ve tecdit etmektir (yenilemektir.) Ancak Peygamberlerin dünyaya gönderilmesiyle birlikte onları dinlemek istemeyenlerin rahatları bozulmuş; eski imtiyazlı konumlarına gelebilmek için de var güçleriyle tecdit (yenileme) hareketine karşı çıkmışlardır.
Hatırlayalım; Hz. İbrahim (a.s) put yapan, yaptıkları putları sokaklarda satan ve yemeklerini putların önüne koyarak bereketlenmesini bekleyen bir kavmin içinde gözlerini açmıştı. Hz. İbrahim'in ilk söylediği söz: "Tapınıp durduğunuz bu heykelcikler de ne öyle?" diyerek önce babasına, daha sonra devletin bütün ileri gelenlerine başkaldırmıştı.
Hz. İbrahim'in bu sözleri sadece, puta tapan bir topluluğu tenkit etmeye yönelik değildi; aynı zamanda putların üzerinden zenginleşen bir zümreyi ve onların ekonomik düzenlerini de tehdit ediyordu. Bu yüzden tecdit hareketine karşı çıkan muharrifler yeniden işbaşındaydı. Toplumun tüm kesiminin Hz. İbrahim'e karşı bir tavır alması için çalışmaya başladılar ve onu ateşe atmaya muvaffak oldular.
Sonuçta Allah Hz. İbrahim'i yakmadı ve onu galip getirdi. Hz. İbrahim bir tek Allah'a inanan ve yalnız ona ibadet eden bir toplum meydana getirmeyi başarmıştı. Dininin ismi, maddi ve manevi bütün kötülüklerden uzak anlamındaki "HANİF" idi.
Derken, Zamanla peygamberlerin etkileri azalamaya başlayınca muharrifler tekrar iş başına geçtiler. Son peygamber ve son müceddit olan Hz. Muhammed'in dünyaya geldiği sıralarda, Hz. İbrahim'in inşa ettiği Kabe'de bile 360 tane put bulunuyordu. Muharrifler uzun zamandır, meydanı boş bulup keyiflerine uygun bir düzen kurmuşlardı. Bunlar aynı zamanda HANİF dinine bağlı olduklarını iddia ediyorlardı.
Hz. Peygamber (s.a.v) dini tebliğ etmeye başlayınca, düne kadar onu el üstünde tutan ve onun eminliği (güvenilir olması) ile iftihar eden muharrrifler büyük bir telaşa kapıldılar. Çünkü onlara göre Hz. Muhammed'in söyledikleri şeyler yenilir yutulur türden değildi. Şöyle buyuruyordu:
"Kadınlarımız da Allah'ın bizdeki emanetleridir; Yediğinizden ve içtiğinizden kölelerinize veriniz; Herkes Allah'ın kuludur; arabın aceme, yahut acemin araba üstünlüğü yoktur,üstünlük takva iledir…."
Hz. Peygamber'i dinleyen Mekke muharrifleri, ekonomik düzenlerini, ağalıklarını, derebeyliklerini ve her türlü haksız imtiyazlarını sorgulayan çetin bir düşmanla karşı karşıya olduklarını düşündüler. Öyle şeyler yaptılar, öyle ayıp ettiler ki, sonunda mahcup olmaktan kurtulamadılar.
Tarih bir tekerrürden ibarettir. Bugünlerde, Hükümetin hazırlamış olduğu Anayasa değişiklik paketinin TBMM'nde oylanması sırasında ibret verici ve tarihi sahneler yaşanıyor. Tıpkı 1400 yıl önce yaşandığı gibi… Hükümet, elli yıldan beridir halka dayatılan ve askeri bir cunta tarafından hazırlanan bu anayasayı artık değiştirmek istiyor. Yerden göğe kadar haklı… Ama göörüyoruz ki, bütün insanların rahatlıkla kabul edebilecekleri maddeleri bile meclisten çıkartmamak için muhalefet partileri var güçleriyle çalışıyorlar.
Hadi büyük muhalifin muhalefetini anlayabiliyoruz. Ya orta muhalefet neden kendisiyle ters düşecek bir garabet sergiliyor? Hele küçük muhalif, adeta sebeb-i vücudunu inkâr edecek öyle hareketler yapıyor ki, doğrusu insanın inanası gelmiyor. Anlaşılıyor ki, bu üç partinin de birbirinden pek farkları yokmuş. Her üçü de, yeniden yapılanma ve tecdit hareketine karşı çıkarak muharrifler (tahrif ediciler) paktını oluşturmuşlardır.
Denilebilir ki, elli yıldır millete dayatılan askeri bir anayasayı değiştirmeye kaşı çıkan bu zevatın tek amacı halka hizmet etmek değil, şu veya bu şekilde elde ettikleri imtiyazlı konumlarını muhafaza edebilmektir. Hele küçük muhalefetin mensupları, eğer anayasa değişir ve demokratik açılımın önündeki engeller kalkarsa halkın kendilerine yüz vermeyeceğini çok iyi biliyorlar.
Bence yine de asıl ayıp eden ortanca muhalefettir. Çünkü hükümetin projesidir diye, kendi ideolojilerine uygun bile olsa, bu projenin meclisten geçmesini istemiyorlar. Bunlar, intihar eder gibi parmaklarını kendi gözlerine sokuyorlar. Bir zaman bir padişah kıskanç bir adama: "Sana bir hediye vermek istiyorum ancak, sana ne verirsem komşuna onun iki mislini vereceğim; kararını ona göre ver" der. Kıskanç adam düşünür ve son kararını şöyle verir: "O halde benim bir gözümü çıkarın efendim…!"
Hoşça kalın.