‘Çanakkale’ deyip geçmemek lazım

Çanakkale Savaşları’nı okumak, filmlerde izlemek ayrı, savaşların geçtiği yerleri gidip bizzat görüp yaşamak ayrı…

‘Çanakkale’ deyip geçmemek lazım

Kısmet oldu, geçtiğimiz günlerde 253 bin şehidimizin yattığı o bölgeye günübirlik bir ziyaret gerçekleştirdik. İki yıl sonra tam bir asır olacak ama o yerleri dolaşırken savaşın, mücadelenin heyecanını hissedebiliyorsunuz.

Tabii bunda, size o yılları iyi anlatacak, Çanakkale ruhunu benimsemiş rehberin rolü de önemli. Bu konuda şanslıydık, zira kendini çok iyi yetiştirmiş, tarihi iyi bilen ve bildiklerini de güzel anlatabilen bir rehbere (Zeki Harmandalı) denk geldik.

Zeki Bey, öylesine damardan bir giriş yaptı ki daha dakika 1’de bizleri ağlatmaya başladı. 8 ay süren savaşta 253 bin şehit vermişiz. Yani ortalama günde bin şehit. Türkiye’nin o günkü nüfusu 30 milyon bile değil. Kayıp sayısı o kadar artıyor ki, artık seferberlik için yaşa değil kiloya bakılıyor. 45 kilogramın üzerinde herkes askere çağrılıyor. Ve gidip dönmeme ihtimaline karşın kendini kilolu göstermek için uğraşan gençler, askerlik çağı gelmemesine rağmen ilgili makamlara akın ediyor…

Savaşların bitiminde yabancı bir gazeteci Atatürk’le röportaj yapıyor. “Çanakkale Savaşları sırasında anlatılacak binlerce bireysel zafer var. Ama ConkBayırı’ndaki bir başka” diyen Atatürk, röportajda şöyle diyor:

“ …siperler arasında mesafemiz sekiz metre, ölüm kesin… Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulamıyor, ölüyor, ikincidekiler onların yerine geçiyor. Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılma yok! Okumak bilenlerin elinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek Allah Allah nidalarıyla taarruza geçiyorlar. Emin olunuz ki, Çanakkale Savaşlarını kazanan bu yüksek ruhtur…”

ConkBayırı’nı gezerken bir an kendimi o şehitlerimizin yerine koydum; Allah’ım ne cesaret, ne vatanperverlik… O şehitlerimiz o kararlılığı göstermeseydi, o destanı yazmasaydı belki bugün bu bölgeyi gezmemiz, ziyaret etmemiz mümkün olmayacaktı...

AĞIR YARALILAR GÖZDEN ÇIKARILMIŞ

Savaşların şiddetli, en kayıpların yaşandığı ve çok sayıda yaralının olduğu dönemde artık ağır yaralılarla ilgilenilememiş, sadece ağrı kesiciler verilerek bir yerde ölüme terk edilmiş. İşte o sıralarda sıhhiye çadırına getirilen ağır yaralı askerlerden birini muayene eden doktor en zor kararıyla karşı karşıya kalmış. Çünkü; ağır yaralı asker doktorun oğluymuş. Ama durumundan ümit kesildiği ve yarası kurtarılacak diğer askerler için vakit kaybedilmesin diye doktor oğluyla ilgilenmemiş ve birkaç saat sonra da oğlunun şehadetini öğrenmiş…

CESARET TEPESİ

Çanakkale’de yaşanan destanlardan biri de Cesaret Tepesi’nde gerçekleşmiş. Kanlısırt’ta birbirlerine yakın siperlerde yoğun ateş devam ederken bir Anzak subayı kendi siperlerinin önüne yaralı olarak düşmüş ve acı içerisinde kıvranmaya başlamış. Ateş devam ettiğinden Anzaklar kendi subaylarına yardım edememişlerdir. Bu sırada Türk siperlerinden beyaz bir mendil sallanmış ve ateş kesilmiştir. Siperden çıkan bir Türk askeri yaralı Anzak subayına doğru giderek onu kucaklamış ve Anzak siperlerine bıraktıktan sonra tekrar yerine dönmüştür. Ardından ateş devam etmiştir. Bu olayın geçtiği anda, sonradan Avustralya Genel Valisi olan ÜsteğmenLordCasey de o siperlerde bulunuyormuş. LordCasey anılarında bu olayı şöyle anlatmıştır: “Biz Çanakkale yarımadasından Türklerle savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek Kahraman Türk milletine ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık. Bütün Avustralyalılar Mehmetçiği kendi evlatları gibi sever onun mertliği vatan ve insan sevgisi siperlerdeki dayanılmaz heybeti ve cesareti bütün Anzaklıları hayran bırakan yurt sevgisi insanlığın örnek alacağı büyük hasletlerdir. Mehmetçiğe minnet ve saygılarımla.”

MEÇHUL ASKER

Bir Avustralya askeri, öldürüldüğü bir askerimizin başını keserek savaş sonunda Avustralya’ya hatıra olarak götürmüş ancak daha sonra yaptığına pişman olmuş, mahzeninde yıllarca sakladığı Türk Askeri’nin kesik başını Türk yetkililere ölmeden önce teslim edilmesini vasiyet etmiş. 10 Mart 2003 tarihinde ölümünden hemen sonra çocukları, Türk şehidinin kesik başını Avustralya Büyük Elçiliğimize teslim etmişler.

SEYİT ONBAŞI

Askerliğinin 6.yılında Gelibolu Mecidiye Bataryasında topçu eri iken Queen Elizabeth ve Ocean zırhlılarının açtığı ateş sonucu açılan çukura baş aşağı beline kadar gömülmüş. Yanındaki sıhhiye eri onu bacaklarından çekerek kurtarmış. O sırada bataryada bir tane top ve birkaç topçu eri hayatta kalmıştır. Gemilerin ateşi devam etmekte iken topun mermiyi kaldıracak olan vinci isabet aldığı için parçalanmıştır. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, 276 kilogramlık mermiyi arkadaşı Niğdeli Ali’nin yardımı ile sırtlamış ve bu şekilde topun altı basamağını çıkarak mermiyi topa sürmüş ve ateşlemiştir. Bu atışla Ocean’a isabet eden mermi gemiyi hareketsiz bırakmış ve bir süre sonra da Ocean batmıştır. Savaşın seyrini değiştiren Seyit Onbaşı, savaştan sonra Havran’da bir yağ fabrikasında hamallık yaparken 50 yaşında zatürreeden ölmüş.


57.ALAY

Çanakkale Savaşı sırasında Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinin çıkartma yaptıkları Anzak Koyu ile Conk Bayırı arasındaki alan strateji yönünden son derece önemli idi. Bu yüzden buradaki savaşlarda her iki tarafta çok kayıp vermişler. Siperlerin birbirlerine 5-15 metre kadar yaklaştığı bu yer savaşlar boyunca en fazla ateş altında kalan bölge olmuş. Karşılıklı bomba saldırıları ve süngü hücumları burada yoğunlaşmış.Mustafa Kemal’in komutasındaki 19.Tümen’in 57.Alay’ı müttefik çıkartmasının ilk gününden itibaren Anzak askerlerinin Arıburnu cephesindeki ilerleyişini durdurup geri püskürtmüştür.

İŞTE ÇANAKKALE RUHUNA İKİ ÖRNEK

O günü şartlara bir göz atalım: 1914'lü yıllarda Osmanlı, Avrupalıların deyimiyle "Hasta Adam" yorgun ve halsizdi, 1. Dünya Savaşı'na girecek durumda değildi. Daha yeni çıktığı Balkan Savaşı’nın yaralarını saracak zaman bile bulamamıştı. 1911 Trablusgarp ve 1913 Balkan muharebeleri yenilgileri Osmanlı'nın adeta belini bükmüştü. Bu durumdaki bir devletin Çanakkale’de bırakın destan yazması, tutunması bile mümkün gözükmüyordu. Ama öyle bir ruhla, öyle bir inançla yola çıkıldı ki…

İşte size, kesinlikle kaybedilmemesi gereken bu ruha ait iki örnek:

1-Sisli bir Nisan sabahı 57. Alay komutanı araziye yayılmış beyazlıklar görür ve takım komutanına bu beyazların ne olduğunu sorar. Takım komutanı, sabahleyin düşmana hücum emrini almış 57. Alay'ın, Rablerinin huzuruna temiz çıkmak için çamaşırlarını yıkadıklarını söyler; bu beyazlıklar, onların ak niyetleridir, der. Ertesi gün bütün alay, birkaç gazi haricinde komutanları dahil şehit olur Hakk'a kavuşurlar…

2-KocadereKöyü’nde büyük bir sargı  yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, Kimi Adıyamanlı, Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...

Bunlardan biri Lapseki’ninBeybaşköyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir.Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır.Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
"Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım...Arkadaşıma ulaştırın..."

Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:"Ben...Ben köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım...Kendisini göremedim.Belki ölürüm.Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin…"

"Sen merak etme evladım" der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar.

Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de "söyleyin hakkını helal etsin" olur...

Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula.Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır.Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne
kapatır, ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz...

PUSULADAKİ NOT:"Ben Beybaş Köyü’nden arkadaşım Halil'e 1 Mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız.Belki dönemem.Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim..."

BASTIĞIN YERLERİ GEÇME TANI!

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. 
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. 
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. 

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? 
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! 
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, 
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâdacüdâ. 

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: 
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! 
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- 
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

 

Mehmet Akif Ersoy’un bu haykırışını Çanakkale’yi gezerken daha iyi anlıyoruz. Çünkü; her metrekaresine 4 şehidin düştüğü ve 253 bin şehitten ancak 60 bin kadarının bulunup kefenlendiği kahramanlar diyarında dolaşıyoruz. Bu yüzden; elbette ki bastığımız yerleri 'toprak' diyerek geçmeyeceğiz, tanıyacağız! Elbette ki, bu toprağın altında ama yeri belli olmayıp kefensiz yatan 200 bine yakın şehidi düşüneceğiz. Elbette ki, şehitlerimizi incitmeyeceğiz. Elbette ki, dünyaları alsak da bu cennet vatanı vermeyeceğiz…

TEŞEKKÜR

Çanakkale’de şehit düşen atalarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet dilerken, bizi Çanakkale gezisine davet eden Mardinliler Derneği Başkanı Sayın A.Fuat Bodur’a ve gezi için otobüs tahsisinde bulunan Bahçelievler Belediye Başkanı Sayın Osman Develioğlu’na teşekkürlerimizi sunarız