Altan'dan Genelkurmay'a zor sorular
Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan, Şırnak Uludere'de 35 sivilin öldüğü olayla ilgili yazısında olayda bir çok karanlık yön bulunduğuna dikkat çekerek, olayda yaşanan ihmalleri sıraladı.
Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan, Şırnak Uludere'de 35 sivilin öldüğü olayla ilgili yazısında olayda bir çok karanlık yön bulunduğuna dikkat çekerek, olayda yaşanan ihmalleri sıraladı.
Altan "Niye öldürüldü bu çocuklar" başlıklı yazısında hem hükümete, hem de Genelkurmay'ı soru bombardımanına tuttu. Altan'ın son sorusu ise "Ne olurdu Türkiye, bu ülkede yaşayan herkesin olsaydı da çocuklar ölmeseydi?" oldu.
İşte Taraf yazarı Ahmet Altan'ın TSK'yı soru bombardımanına tuttuğu o yazı...
Dile kolay, otuz beş ölü.
Çoğu çocuk yaşta.
Kaçakçı çocuklar bunlar, savaşın altüst ettiği topraklarda yaşayabilmek için kaçakçılık yapıyorlar.
Katır sırtında sigara taşıyorlarmış, birkaç teneke mazot da varmış yanlarında.
F-16’lar bombalarla paramparça etmişler.
Genelkurmay’ın açıklamasına göre “istihbarat” gelmiş.
Baransu, haberinde daha ayrıntılı anlatıyor.
Onun haberine göre Kuzey Irak’taki bir MİT ajanı, “Bahoz Erdal’la grubunun baskın için sınırı geçeceklerini” bildirmiş.
Onun söylediği yeri gözetleyen Heronlar bir grubu saptamışlar.
Ama habere göre, Genelkurmay gelen grubu PKK’lılara benzetememiş, birkaç kez sormuş MİT’e “bunlar PKK’lı mı” diye, onlar da Kuzey Irak’taki adamlarına sormuşlar, o da ısrarla “evet” demiş.
Uçaklar da gidip öldürmüş.
Genelkurmay’ın açıklamasındaki “istihbarat geldi” lafıyla Baransu’nun haberi bir şekilde örtüşüyor.
Ama benim görebildiğim kadarıyla iş bu kadar basit değil.
Çünkü ortada cevabı olmayan bazı sorular var.
Birincisi, bu çocuklar “kaçakçılık yapan” bir köyün çocukları, onların kaçakçılık yaptıklarını herkes biliyor, her akşam “kaçağa gidiyorlar”, gidip geldikleri yol belli.
Kaçakçıların “her zamanki” yolu üstünde, PKK’lılara benzemeyen kalabalık bir grup gördüğünde “burası kaçakçıların yolu, bunlar kaçakçı olmasın” diyecek kadar bölgeyi bilen kimse yok muydu Genelkurmay’da bombalama emri verenler arasında?
İkincisi, oradaki sınır karakolları, kaçakçıların gidiş gelişlerini biliyorlar, o karakollara yakın bir mesafede kalabalık bir grup saptandığında neden o karakollara “sizin o gruptan haberiniz var mı” diye sorulmadı?
Üçüncüsü, bombardımana başlamadan önce neden sınır bölgesindeki birliklerden, o bölgedeki “ajanlardan” bilgi istenmedi?
Genelkurmay, “grubun saptanmasıyla” vurulması arasında “üç saat” geçtiğini söylüyor.
O üç saatte sınır birliklerini arayıp, ne olduğunu sormak hiç mi akla gelmedi?
Bizim Muzaffer Duru’nun bölgeden verdiği habere göre, ölenlerin arasında bulunan on iki yaşındaki bir çocuk, sınıra yaklaştıklarında annesini aramış, annesi ona “oğlum askerleri görürsen sakın korkma” demiş.
Askerler kaçakçıları tanıyor ve doğru bir kararla onlara dokunmuyorlar, belki biraz korkutuyorlar.
O köyleri ve kaçakçıları tanıyan sınır karakollarından neden bilgi istenmedi?
Genelkurmay, kaçakçıları “saldırıya geçecek bir PKK’lı grup sandıklarını” söylüyor, peki, bir grup PKK’lının saldıracağını haber aldıysanız ilk yapmanız gereken o grubun yolunun üstündeki sınır birliklerini uyarmak olmaz mı?
Niye o karakolları uyarmak için kimse aramadı?
Aradıysa nasıl oldu da o karakollardan gelenlerin kaçakçı olduğunu öğrenemedi?
Genelkurmay’da bu kadar kalabalık bir grubu “imha etme” emrini kim verdi?
Emri vermeden önce “bölgeden” hangi birliklerle konuştu?
Bu kadar büyük bir “operasyonun” sadece “tek kaynaktan” gelen bir istihbaratla yapılması normal midir?
Her zaman operasyonlar, “tek kaynaktan gelen bilgilere” dayanarak, bu bilgiler başka kaynaklardan kontrol edilmeden mi başlatılır?
Yok, eğer Genelkurmay bu “istihbaratı” birkaç kaynaktan birden kontrol ettiyse, bütün “kaynaklar” aynı yanlış istihbaratı nasıl verdi?
Her zaman o saatlerde, o yoldan geçen “kaçakçılar” neden kimsenin aklına gelmedi?
“Orası kaçakçıların yolu” diyen hiç mi kimse çıkmadı?
Bu korkunç katliamın bir “yanlışlık” olduğu konusunda benim çok ciddi kuşkularım var.
Pek yanlışlığa benzemiyor bu iş.
Şu âna kadar bu olayla ilgili okuduklarım, dinlediklerim, duyduklarım, birilerinin o kaçakçı çocukları “bilerek” öldürttüğü konusunda ciddi bir kuşku yaratıyor içimde.
Sıradan bir sınır karakol komutanının bilebileceği gerçeği, “üç saat içinde” öğrenecek, bulacak, söyleyecek hiç mi kimse yoktu koskoca ordunun içinde?
Bu işin içyüzünün ortaya çıkacağını umuyorum.
Böyle bir katliamın içyüzü “sır” olarak kalmaz.
Ama nedenleri ne olursa olsun sonuçta otuz beş ölü yatıyor önümüzde.
Kürt meselesini, konuşarak, dinleyerek, hukuk ve demokrasi içinde çözmek yerine “şiddetle”, silahla, kanla bitirmeye kalkarsanız, Leyla Zana “Kürtlere sorun” deyince, cevap olarak “bedel ödersiniz” derseniz, bunun sonu daima ölümdür, PKK’lı ölümüdür, asker ölümüdür, kaçakçı çocuk ölümüdür ama ölümdür.
Öldürdükçe daha çok öldürmek zorunda kalırsınız.
Leyla Zana’ya “bedel ödetmek isteyen” zihniyetin, “Kürtlere sormamak” için bütün ülkeye ödettiği ortak bedeldir bu ölümler.
Çocukları öldürdünüz.
Kürt çocuklarını.
Aralarından biri on iki yaşındaydı.
Annesi, “asker görürsen korkma oğlum” demiş.
Korkacak bir asker bile göremedi, göremediği bir bombayla parçalandı.
“Türkiye Türklerindir” demek için değer miydi bunca ölüme?
Ne olurdu Türkiye, bu ülkede yaşayan herkesin olsaydı da çocuklar ölmeseydi?