Alper Görmüş: İhtimal bile vermiyordum

Alper Görmüş, 2007 yılında, genel yayın yönetmeni olduğu Nokta dergisinde, Deniz Kuvvetleri eski komutanı Özden Örnek'in günlüklerinden bölümler yayımlayarak, AK Parti'ye yönelik yapılan darbe planlarını ortaya koydu.

Alper Görmüş: İhtimal bile vermiyordum
Görmüş, beş yıl sonra, günlüklerin tamamını 'İmaj ve Hakikat' adlı kitabında paylaşıyor.
Kâğıt fabrikasında çalışan bir teknisyenin oğlu olan Özden Örnek'i, darbe planları yapan bir asker olmaya götüren dönüm noktaları neler sizce?
TSK'nın yönetim kademesine yükselen askerler, burjuvazinin çocukları değil, halkın çocukları. Babası burjuva olan asker bilmiyorum ben. Sonra bir anda devşiriliyorlar. 'Halkı tek başına bırakırsanız, bütün ülkeyi felakete götürür' diye düşünüyorlar. Bu düşünsel arka zemin, askerî liseler ve harp okullarındaki müfredat marifetiyle oluyor. Burada psikolojik başka bir süreç de var.
Nasıl bir süreç?
İnsanlar bir yerden çıktıktan sonra tekrar geriye dönme korkusu yaşarlar. Yoksulluktan gelmiş ve belli bir zenginliğe, iktidara ulaşmış insanların eski günlere dönme ihtimali bile travma yaşatır.
Ertuğrul Özkök'ün Ankara'daki Çinçin dolmuşuna tekrar binmek korkusu gibi...
Çok güzel bir örnek bu. Ben de böyle çok insan tanıyorum. O günlere dönme korkusuyla, içinden çıktığı kesimleri düşmanlaştırmak, tamamen psikolojik. Harp okullarında şöyle bir şey zerk ediliyor: "Siviller önce kendilerini düşünürler. Biz ise sadece vatanını düşünen insanlarız. O yüzden müdahale hakkına sahibiz." Bu yargı, darbelerin meşrulaştırılması için araç olarak kullanılıyor.
Askeriyle ilişkisinin azalıp da masaya oturmasıyla, Özden Örnek'in siyasetle ve darbe fikriyle tanıştığı hissine kapılıyor insan...
Çok doğru. Özden Örnek darbeciliğe adeta sürüklenmiş bir figür. Kuvvet komutanı olması kesinleşmişken, Şener Eruygur ve Aytaç Yalman ziyaretine geliyor. Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri komutanı değişecek, 2003'te. "Onlarla bu işler yürümüyor. Siz Ankara'ya geldikten sonra duruma yeniden bakacağız." diyerek, Örnek'e güvenlerini ifade ediyorlar. Askeri lisedeyken 27 Mayıs'a üzülüyor; ama 12 Mart 1971'de sivillere tepki duyuyor. AK Parti'nin gelmekte olduğu anlaşılınca, Donanma Komutanlığı'ndan itibaren müdahale fikri oluşmaya başlıyor.
AK Parti'nin iktidara geldiği gün için 'şanssız ve uğursuz bir gün' ibaresi düşüyor, değil mi?
Evet. Belli ki derin bir teessür var. Ondan sonra da öfkeye dönüşüyor.
Askerin AK Parti'ye müdahale etme düşüncesi, iktidarın üçüncü haftasında ortaya çıkıyor. Örnek'in o toplantı için düştüğü not: "Herkes bir şahindi... Umarım başımız derde girmez." Bu tedirginliği nasıl okudunuz?
Korkuyor. Aytaç Yalman'la birlikte darbeden en çabuk vazgeçen komutan olacak, ileride. Şener Eruygur profesyonel bir darbeciyse, Özden Örnek amatör bir darbeci! Hep bir tereddütle gidiyor. Bir yandan 'İktidardan indirmeliyiz' diyor, bir yandan da ilk MGK'da Başbakan içeri girdiğinde komutanların ayağa kalkmamasını eleştiriyor. Şener Eruygur bir yerde "Tek tek söz alalım, hakaret edelim." diyor. Bunu da eleştiriyor mesela.
Deniz Kuvvetleri eski komutanı İlhami Erdil'in yolsuzluklarının peşine düşmesini neye bağlıyorsunuz?
Yolsuzluk vs. konularına samimiyetle karşı. Ama daha küçük çaplı yolsuzluk dosyalarını kapatma yoluna gidiyor. İlhami Erdil'i de hiç sevmiyor. Belki de yolunu kesen biri olarak görüyor. Emin olamadım. Bir işadamının tuttuğu notlar nedeniyle kendisi de suçlanıyor. Hatta Erdal Şenel ona haber getiriyor, "Galiba komutan (Hilmi Özkök) seni mahkemeye verecek." diyor. "Versin. İstifa eder, mahkemeye çıkarım. Ama benimle birlikte 11 general de o mahkemeye çıkar." karşılığını verip, isimlerini sayıyor. Bence kitabın en önemli bölümü de yolsuzluklarla ilgili kısım.
Askeri seminerlere ilaç şirketlerinin sponsor olduğunu, ihaleleri iki şirketin aldığını söylüyor, Örnek. İş maddiyata dönünce, askerin sivillerle arasına ördüğü duvar kalkıyor mu?
Kesinlikle. Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrı-koğlu'nun donanmayı İzmir'e taşıma projesi var. Sebebi de, askerin işadamlarıyla fazla içli-dışlı olması. Özden Örnek de "Komutanım, İzmir'de işadamı yok mu?" diye soruyor. Para söz konusu olunca, onların toplumun kirinden arınmış olduğu imajlarının doğru olmadığı ortaya çıkıyor.
Oğlu Burak'ın arkadaşlarının, orduya 10 bin dolar bağışta bulunarak, birliğine dahi uğramadan askerlik yaptığını öğreniyoruz. Nokta kapanmasaydı, sizin de bu konuyla ilgili bir çalışmanız olacağını duymuştum. Bu doğru mu?
Doğrudur. Bütün generallerin çocuklarının, son 5-6 yılda nerede askerlik yaptıklarına dair bir liste geldi. Askerlik yaptıkları yerler, Ankara'dan aşağıya doğru bir çizgi çek, hep bu çizginin batısında kalıyor. Doğuda askerlik yapmış bir tane örnek yoktu. Ali Babacan'ın yeğeni Güneydoğu'da öldü, bu haber oldu.
Perihan Mağden'in dediği gibi, Teşvikiye Camii'nden bir şehit cenazesi kalktığında, terör de biter mi?
Çok doğru. Bizim liste de bunu gösteriyordu. Nokta'nın devam edememesine üzüldüğüm şeylerden biri de odur.
Özden Örnek, bir işadamının, kendi önünü kesmeye çalıştığını söylüyor. Bu durum, askerliğe yüklenen anlamı da kırılmaya uğratmıyor mu?
Para, modernlik, birçok değeri eritiyor. Askerler denetlenemeyen bir bütçeyi kullanıyorlar. Geçen sene Sayıştay denetlemeleri yine tuhaf bir şekilde durdu. Bu denetim olmadığı sürece, yolsuzluğun olması kadar doğal bir şey yok. Şunu da söyleyeyim; Milli Savunma Bakanlığı Komisyonu (MSBK) üyeleri, Özden Örnek'i ziyarete gidiyorlar. Başında da o sırada AK Parti Milletvekili Cengiz Kaptanoğlu var. Örnek, "MSBK komisyonu olmalarına rağmen, Milli Savunma Bakanlığı bütçesine bakmıyorlar. Bu bana çok ilginç geldi. Kendileri de anlamadıklarını söylediler." diyor. Böyle kapalı bir yerde her şey olur!
Buna hayret ediyor; ama Hilmi Özkök'ün Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na (MSB) bağlanması yönündeki inceletmelerine müthiş tepki gösteriyor...
Hilmi Özkök, o dönemde seçilmiş iktidarı uzaklaştırmak üzere plan yapan komutanlara karşı çıkıp, darbeyi önlemiştir. Fakat demokratik bir ülkenin ordusu gibi olmasını arzuluyor muydu, tam da öyle diyemem. Çünkü Genelkurmay'ın MSB'ye bağlanmasına kendisi de karşı. Mesela Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin, hem de yasal hakkı olduğu halde, hükümet tarafından düzenlenmesine de itirazı var.

İLK DİRENME
26 Aralık 2002'deki YAŞ'ta Başbakan Abdullah Gül ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ordudan atılacak askerlere şerh düşüyor. Çetin Doğan da "Bunu yaparsanız, aramızdaki köprüleri atarsınız." diyor. O toplantı, hükümetin ilk andan itibaren dik durduğunun göstergesi mi?
Hiç şüphesiz. Bu haberi okuduğumuzda hepimiz "Bu bir direnmedir. İlk kez böyle bir şey oluyor." demedik mi? O nedenle çok sinirlenmedi mi askerler? Görüyorlar ki, hükümet, hem darbe ihtimaline karşı çıkacak -ki 27 Nisan'da bunu gösterdiler- hem de bu vesayeti geriletmek için adım atacak. Ama başka taktik izliyor Tayyip Erdoğan...
Nedir o taktik?
Gül'den başbakanlığı almasından hemen sonra, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, Tayyip Erdoğan'ı bir toplantıya davet ediyorlar. Orada çok açık bir şekilde sigaya çekiyorlar Başbakan'ı. Çok küstah bir biçimde, "Değişiminizin sahte mi, gerçek mi olduğuna bizi ikna edin." diyorlar. Başbakan da sakince ve uzun uzun samimi olduğunu anlatıyor. Alttan alta da 'Sizi muhatap alıyorum; ama sanmayın ki artık eski bir Türkiye var' tonlamasıyla konuşuyor. Özden Örnek, o toplantıdan sonra defterine "Bizi güzelce uyuttu. Sonra da yemeğe götürdü." yazıyor.
Özden Örnek'in günlüklerini okuyunca, sizin de altını çizdiğiniz gibi, askerin tezkerede ikiyüzlü davrandığını görüyoruz...
Hatırlayalım, 1 Mart tezkeresine giden günlerde "Askerler niye susuyor?" sorusu soruluyordu. Üzerlerine vazife olmayan her şeye karışan askerler, bir savaş kararı verilecekken susuyorlardı! Alttan alta da "Biz anti-Amerikan'cıyız. Amerikancı olan, hükümet. ABD'yle savaşa girmemeliyiz. Irak'a müdahale etmemeliyiz." mesajı yayıyorlardı. Hatta son gün, üst rütbeli bir subay, Fikret Bila'ya bir demeç veriyor, "Tezkere reddedilmeli! Bizim Irak'ta işimiz yok!" diye. MGK'da bütün orgeneraller, sivillerle bir araya gelmeden önce mutat bir şekilde ön toplantı yaparlar. O toplantıda iki karar veriyorlar. Birincisi, Kıbrıs çözümsüz bırakılmalı. İkincisi de ABD'lilerle birlikte Irak'a girmeliyiz. "Bu konuda kesin bir görüş birliği sağladık." diyorlar. Tezkere reddedildikten üç gün sonra Hilmi Özkök "Biz tezkerenin geçmesini istiyorduk." diye demeç verdi. Orada tam bir ikiyüzlülük var. Kıbrıs'ın çözümsüz bırakılması meselesinde de aynı ikiyüzlülük var.
Nasıl?
Sarıkız darbe planı, bu çözümsüzlük düşüncesi üzerinden yürüyor. Bizim Nokta'dayken attığımız ara başlık da 'Kıbrıs'tan gelen Sarıkız'dı. Sürekli "Kıbrıs çözümsüz olmalı. Kıbrıs'ta muhalefeti desteklemeliyiz. Referandumu engellemeliyiz, Kıbrıs halkı 'Evet' diyerek vatanı satabilir. Mitingler, yürüyüşler düzenlemeliyiz." diyorlar. Yürüyüş tertip etmek için sendikalarla, öğrencilerle ne ilgin var ki? O zaman, "Belki de bu işin bir tarihi, pratiği zaten var. İstediklerinde harekete geçirecekleri bir mekanizma var." diye düşünüyor insan.
Türkiye'de de STK'larla işbirliğine gidiyorlar. Bu taktiğin mimarlarından biri de Örnek mi?
Örnek'in duyduğu tedirginliklerden biri de, taşın altına sadece ordunun elini koyması. "Mutlaka medyayı, sendikaları, üniversiteleri kazanmalıyız." diyor. ABD desteği tabii... Aksi halde bu işe soyunulmaması gerektiğinde net.
Buna rağmen, 28 Şubat'ta olduğu gibi "Tankları Sincan'da yürütelim." demesi ilginç değil mi?
Zaman zaman darbe öforisi (hoşnutluk duygusu) yükseliyor.
Cezaevine girme ihtimallerini düşününce en başta üzülmüştüm!
Bu kitapta Özden Örnek de dahil olmak üzere adı geçen birçok paşanın bugün tutuklu olması sizin için ne anlam ifade ediyor?
2007'de günlükleri yayımladığımızda, herkes gibi ben de bu kişilerin yargılanabileceğini düşünmüyordum. En fazla, kınanacaklarını düşünüyordum. Yargılanma noktasına varabileceğine ihtimal vermiyordum. Günlükleri yayımladıktan 10 gün kadar sonra kızım, "Baba, darbe planı hazırlamak suç değil mi?" diye sordu. Ben "Evet" deyince, "Peki onlar cezaevine mi girecek?" dedi ve çok rahatsız olduğumu hatırlıyorum.
Neden rahatsız oldunuz? Buna sebep olduğunuzu mu düşündünüz?
Özden Örnek'in sürüklenmiş bir adam olduğunu düşündüğümden, sebep olduğum için çok rahatsız olduğumu hatırlıyorum. Hatta "Yok ya, böyle bir şey olmaz." dediğimi hatırlıyorum. Bu bir andaki duygu tabii. Şu anki düşüncem şu: Darbecilik siyaseten yanlış olduğu gibi, ahlaken de yanlış ve kötü bir şeydir. Tecavüz gibi bir şeydir. Nasıl tecavüzcüleri affetmiyorsak, darbecileri de affetmemeliyiz. Bu cezasızlık sayesinde bugüne kadar rahatça darbe yapabildiler. Artık pabucun pahalı olduğunu gördükleri için rahat hareket edemeyecekler. Hilmi Özkök de bunu söylemişti. "Suç varsa, onun cezasını çekmek de insana iyi gelir." demişti.
Özden Örnek'in ailesi ya da kendisi sizi aradı mı?
Yok, hiç öyle bir şey olmadı.

Sezer, askerlerin önünde Erdoğan'ın elini sıkmamış

27 Şubat 2003'te, Çetin Doğan ve Hurşit Tolon'un 'bir şeyler' yaptığını söyleyen Tümgeneral Can Teller, Özden Örnek'in de o isimlerle görüşmesini, ekibe dahil olmasını istiyor. Siz de bu görüşmenin Balyoz'dan tam bir hafta önce olduğuna dikkat çekiyorsunuz...
Karşılaştığımda beni en fazla heyecanlandıran noktalardan biri bu oldu. Çünkü 5-6 gün var, meşhur 'Plan Semineri' dedikleri toplantıya. Can Teller de önemli bir şahsiyet. Belli ki organizasyon meselelerinde kafası çalışan biri. Çetin Doğan'larla çalışıyor. Özden Örnek önce "Bu düzeyde birinin bana böyle açılması ilginç geldi." diyor. 5-7 Mart arasındaki planlamanın bir darbe planı olabileceğine dair çok güçlü bir karine, bu. Benzer bir şey, Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök görüşmesinde de var. Özkök kızıyor Yalman'a, "Yaptıklarınızdan haberim var." diyerek. Yalman, Özden Örnek'e bu konuşmayı anlatıp "Niye bana bu kadar kızdı? Geçen sene Çetin Doğan'la hareket etseydim, Çetin onları paramparça ederdi." diyor. Bunu 2004'te anlatıyor.
Hilmi Özkök'le ilgili, üsteğmenken hakkında açılan bir irtica dosyası olduğu bilgisine de şaşırdınız mı? Önceki Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da "Bu adam nasıl Genelkurmay Başkanı oldu?" diyor...
Hakkında irtica dosyası olan bir insanın Genelkurmay Başkanı olmasının mümkün olamayacağını düşündüğümüzde, muhtemelen kofti bir dosya. İnceleyenler çok ciddi bulmadı herhalde! Ama içeriğini bilmediğim için bu sorunun cevabı bende yok.
Günlüklerdeki önemli bölümlerden biri de intihar ettiği söylenen Albay Belgütay Varımlı'yla ilgili. Birçok yolsuzlukla ilgili sır küpü olan Varımlı, Şamil Tayyar'a gidip "Beni Savcı Zekeriya Öz ve Tayyip Erdoğan'la buluştur." ricasında bulunuyor. Belgütay Varımlı dosyası size ne diyor?
Bir Deniz Kuvvetleri Komutanı'na elinden bir dosya olmadan gitmesi düşünülemez. Söylediklerinin doğru olma ihtimali çok yüksek. Zaten bir ses kaydından bahsediyor Özden Örnek'e, sonra da veriyor. Sonuçta intihar etti.
İntihar ettiğine inanıyor musunuz?
İnanmamak için çok neden var. Bence ileride hakikati öğreneceğiz. Ama böyle bir insanın, bütün olanları açıkladıktan sonra ölmesi çok kuşkulu!
1 Ağustos 2003'teki YAŞ toplantısında Çetin Doğan, Başbakan Erdoğan'a "TSK'ya meydan okuyorsunuz." diyor. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç "Attığımız askerlere belediyelerde iş vermeniz, ağrımıza gidiyor." sözlerini kullanıyor...
Emekli Cumhurbaşkanı Süleyman Demi-rel'in iktidara gönderdiği mesajlar da, askerin özgüvenini artırır nitelikte. Mustafa Özkan aracılığıyla şu mesajı gönderiyor: "Askerle didişerek bir yere varamazsınız!" Sivillerin hata yaptığında, askerin el koymasını kabul ediyor. Ama o toplantıda beni çarpan şey, "Attıklarımıza, belediyelerinizde yer veriyorsunuz." sözleri. Çok zalimce! İnsan bunu söylemeye utanır! Türkiye'nin oralardan buralara gelmesi, az buz bir iş değil!
O toplantının akşam yemeğinde, 2001 krizini çağrıştıran bir olay yaşanıyor. Başbakan Erdoğan elini uzatıyor, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer elini çekiyor ve sıkmıyor. Özden Örnek, "Böyle bir devlet zirvesi olabilir mi?" diye de not düşmüş...
Buradan Ahmet Necdet Sezer'in 2001'deki tecrübeden hiçbir ders çıkarmadığı, o öfkesine bir daha yenildiği anlaşılıyor. Tayyip Erdoğan, kendisine tevdi edilen emaneti koruma konusunda kararlı. Demirel'in açıkça, Erbakan'ın yarı-açıkça teslim olduğu tabloyu yaratmamak konusunda kararlı. Bir yandan da sertlikten kaçınıp, sakin bir güç yaratarak etkili olmayı istiyor. MGK'ya giriyor, kimse ayağa kalkmıyor. Ya, bunlar korkunç şeyler! Özden Örnek bile kabullenemiyor! Erdoğan bunu açıklasaydı, Türkiye bu askerleri kınardı. Ama hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Kolay değil!
Taraf'ta, Erbakan'ın cenazesine askerin ilgisini anlamlı bulduğunuzu yazmıştınız. Özden Örnek'in hazırladığı bir belgede "Saadet Partisi'ni bir şekilde kullanmalıyız." diye bir madde var. Bunu okuduktan sonra ne düşündünüz?
Ben o yazıyı yazdığımda, bu bahsettiğini görmemiştim. Sadece askerlerin cenazeye gösterdiği teveccühü enteresan bulmuştum. 1. Ordu Komutanı geldi, Genelkurmay çelenk gönderdi. Çıkardığım sonuç şu oldu: "Askerler, 'Tayyip Erdoğan gibi bir figürü ortaya çıkarmakla hata yaptık. Keşke Erbakan'la devam etseydik' şeklinde düşündüler." Örnek'in o ibaresini görünce, haklı olduğumu anladım. Erdoğan'ın Erbakan gibi 'biraz uysal' bir profil çizmeyeceğini gördüklerini ve onun telaşıyla, bastırmak için harekete geçtiklerini düşünüyorum.

Özden Örnek'in günlüklerinden seçmeler

31 Temmuz - 2 Ağustos 2002
Yüksek Askeri Şûra toplantısına ikinci defa giriyordum ama bu toplantı terfilerin konuşulacağı ilk toplantım idi... Son gündem maddesini takiben sabah oturumuna son verilerek, Anıtkabir'i ziyarete gittik. Bu ziyaretin nedenini anlamak oldukça zor. Sorarsanız size muhakkak bir Atatürkçülük dersi vereceklerdir ama ziyaretin anlamını izah edemeyeceklerdir. (S. 97)
25 Ağustos 2002
Bu insanlar (işadamları) o kadar fazla ileri gitmişler ki paraları sayesinde her şeyi yapabileceklerini zannediyorlar. Hep askere yanaşıyorlar ve bizleri başkalarına karşı bir aracı ve silah olarak kullanıyorlar. Bunu gören asker de pek yok. İstedikleri hep asker darbe yapsın ve onlar da bu darbe vesilesi ile paylarını alsınlar. (Sf: 99)
6 Eylül 2003
14 Mayıs 1950 tarihinde DP'nin iktidara gelmesiyle başlayan karşı devrim süreci 3 Kasım 2003 seçimlerinde AKP'nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle yeni bir sürece girmiştir. (S. 142)
6 Eylül 2003
28 Şubat'ta olduğu gibi Sincan'da tankların geçişine benzer hareketlere zamanı gelince başvurulmalıdır. (Sf: 156)
8 Eylül 2003
OYAK, TSK'nın hükümetlere karşı mücadelesinde bir parasal kaynak sayılıyor ve daha da büyümesi yönünde inisiyatif göstermeyen komutanlar "vatana ihanet"le suçlanıyor. (S. 162)
10 Eylül 2003
OYAK Genel Md. Coşkun Ulusoy ve Yönetim Kurulu Başkanı Yıldırım Türker geldiler. İlginç bir konuyu öğrendim. OYAK geçtiğimiz Ağustos TÜPRAŞ'ın özelleştirmesine talip olmuş. Çoşkun beyin ifadesine göre ihaleyi de kazanmışlar ve iş tamamlanmış durumda imiş. Ancak Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları karşı çıkarak genel kurulda aksine karar alınmasını sağlamışlar. Bence bu vatana ihanet ve OYAK üyelerine ihanettir... Para güç demektir. Para hükümetleri bile dize getirir. Bugün eğer AKP hükümetine karşı mücadele çaresi arıyorsak, bu yol onlardan biri ve belki de en etkilisidir. (S. 162-163)
8 Ekim 2003
Kocaeli Üniv. Rektörü'nü aradım ve ona da rektörler olarak bu işi hemen ve sert bir şekilde protesto etmelerini, arkalarında olduğumuzu söyledim. (S. 170)
4 Kasım 2003
İrfan Paşa (Tınaz) emekliye ayrıldığından beri Ankara'ya hiç gelmemişti. 1992 yılında ayrıldığına göre aradan 11 yıl geçmiş. İlk defa benim için Ankara'ya geldi... Bana sürekli olarak Genelkurmay Başkanı'nın sivil kesimde iyi tanınmadığını ve herkesin kendisinden ümidini kestiğini ve kendisine "Demokrat Hilmi" ismini taktıklarını anlattı. (S. 179-180)
7 Kasım 2003
Kıbrıs'ı istediğimiz şekilde çözümsüz olarak bırakmalıyız ve bu arada Kıbrıs muhalefetinin seçimi kazanmasını da önlemeliyiz. Böylece AB'ye ikinci bir darbe vurabileceğiz. (S. 183)
18 Aralık 2003
Üniversitelerde talebeleri sokağa dökecek temaslara başlamamız gerekiyordu. (S. 204)
23 Aralık 2003
Akşam tam çıkarken Genelkurmay eski başkanlarından Org. İsmail Hakkı Karadayı aradı... Bana hem nasihat hem de mesaj verdi... Hatta laf arasında "Hükümet sizi dinlemiyorsa tekmeyi vurursunuz gider" dedi. (S. 206)
3 Şubat 2004
Hava Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı hemen 10 Mart'ta ihtilal yapalım diye bastırmaya başlamışlar. Kara Kuvvetleri Komutanı onları şimdilik frenlemiş ve bunun için daha zamanın uygun olmadığını, beklememizi salık vermiş. (S. 240)
15 Mart 2004
Sabah bir ara beni Jandarma Genel Komutanı aradı. "Genelkurmay Başkanı her şeyi biliyor. Biraz önce beni aradı. Hemen öğleyin bir araya gelmemiz lazım" dedi. Kendisine neleri bildiğini sordum, jandarma tesislerinde Ömer İzgi ile yemek yediğimizi biliyor. Hemen hemen her şeyi biliyor, dedi. (S. 264-265)
25 Haziran 2004
Anayasa Mahkemesi en son kalemiz. Eğer bu kale düşerse o zaman bu ülkede her şey beklenebilir. (S. 278)
30 Ağustos 2004
En başta Atatürk'ü bir idol haline getirmişiz. Kendisi bile "beni görmek önemli değil benim fikirlerimi anlamak önemlidir" demişken, biz her yerde Atatürk'ü heykel, resim, poster olarak anmayı sanki onu anlamak ile eş tutuyoruz. Bu böyle devam edemez. (S. 290-291)
Ek Kısım (Tenkidler):
Kendi zamanında ihtilâl kelimesini ağzına aldırmayanlar, iktidara karşı ihtilâl tavsiye eder hale gelmişlerdi. Kendi aralarında Encümen-i Dâniş kurmuşlar ve her olaya bir fikir yürütüyorlardı. En tehlikeli konu buydu. (S. 339)
Kaynak: Fatih VURAL / ZAMAN