Alimler’in Ümmete Karşı Görevleri
İslam dünyasında sorunların gittikçe çoğaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Müslümanların bir sorunu çözülmeden diğer bir sorun ortaya çıkıyor. Hemen hemen her gün Müslümanlar yeni ve onarılması güç bir problemle karşı karşıyadırlar.
Küdüs-ü Şerif 1967 yılından beri İsrail devleti tarafından işgal edildi. Filistin Müslümanları sağa-sola hicret ederek memleketlerini terk etmek zorunda kaldılar. Filistin sorunu çözülmeden Kıbrıs sorunu baş gösterdi. O bitmeden Bosna-Hersek Müslümanları Sırplar tarafından katliama tabi tutuldular. Onların sorunları çözüme kavuşturulmadan Somali ve Erite Müslümanları baskılara ve zulümlere maruz kaldılar.
Onların yaraları henüz sarılmadan Afganistan ve Irak Batılılar tarafından işgal edildi ve Evliyalar diyarı Bağdat’a 500 bin ton bomba yağdırıldı. Hala vekâlet yoluyla devam eden o savaşta bir milyondan fazla Müslüman öldürüldü. O sorun henüz çözülmeden Miyanmar Müslümanlar müşrik Hinduların zülmüne maruz kaldılar.
Onların dertleri bitmeden Suriye rejimi vatandaşlarına karşı savaş ilan etti ve 9 yıldır devam eden bu savaş sebebiyle 6 milyon Suriyeli Müslüman hicret etmek zorunda kaldılar, bir milyona yakın Müslüman şehit edildi. Suriye’deki savaş başladığı sıralarda Mısır’da, seçimle iktidara gelen ilk devlet başkanı Mursî askeri bir darbeyle işbaşından uzaklaştırıldı ve vatana ihanet suçundan idamla yargılanmaya başladı. Sonunda askerî idarenin zulüm ve baskılarına dayanamayarak Allah’ın rahmetine kavuştu; şehit oldu.
Ve Müslümanlar tüm bu felaketleri, bir şey olmamış gibi kanıksadılar. İslam alemi kan ağlarken herkes, refahtan payına düşeni yaşamaya devam ediyor. Fakat şu anda dünyanın ve İslam âleminin karşı karşıya olduğu sorun çok daha büyük. 3 aydan fazladır Kâbe’deki tavaf sona erdiği gibi İslam âlemindeki bütün mabetler kapalıdırlar. Bu durum büyük bir ayettir. Aklıma gelen şu: Müslümanların bu kadar aymazlıkları, bu kadar ikiyüzlülükleri, bu kadar dini kendi nefis ve hevalarına göre yorumlamaları Allah’ın gayretine dokundu ve kadere fetva verdirdi. Allah da, “Sizin bu halis olmayan ibadetlerinize ihtiyacım yoktur” deyip Kâbe dâhil bütün mabetlerin kapalı kalmasına müsaade etti. Oysa tarihin hiçbir döneminde, kâinatın kalbi hükmünde olan Kâbe durmamıştır. Bu büyük bir ibrettir.
Bu sorunlarla ilgili olarak devlet ve hükümet başkanları ve siyasetçiler görüşlerini ifade ediyorlar. Elbette ki bu sorunların yaşandığı bir dünyada İslam âlimlerinin söyleyecekleri şeyler de vardır. Ben şahsen âlimlerin görüşlerinin çok önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü (العلماء ورثة الأنبياء) hadisine mazhar olan bu şahsiyetler İslam dünyasında yaşanan keşmekeşliklere bigâne kalamazlar. Onların söyleyecekleri sözlerin İslam dünyasındaki devlet başkanlarını yönlendireceklerini umuyorum.
Bir konuyu daha arz etmek istiyorum. Son zamanlarda “İslam Âlimi” adı altında çok değişik kişilikler ortaya çıkmaya başladı. Kerametleri kendilerinden menkul ve Sünneti kabul etmeyen sözde âlimlerden tutun da, “Biz sadece Kur’an’ın içindeki hükümleri yerine getirmekle mükellefiz” diyenlere kadar, bir sürü âlim müsveddesi türemeye başlamış durumda.
Kimse alınmasın ama açıkça söylemek gerekir ki, Arapça bilen veya Şeriat Fakültesinden mezun olan herkesin “İslam Âlimi` olması mümkün değildir. Hakiki âlim, İslam’ın dört temel kaynağı olan Kitabı, Sünneti, İcma-ı ümmeti ve Kiyas-ı fukahayı kabul eden mütevazı ve ilmiyle amil olan kimselerdir.
Hakkı batıldan ayıramayan, kadim zamanlarda selef-i salihinin reddettiği batıl mezhepleri yeniden gündeme taşıyan ve onların görüşlerine sahip çıkan, “Ben Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatim” demeyi zül kabul eden kişiler, ne kadar çok malumata sahip olursa olsunlar onlar cahildirler, hatta cehl-i mürekkep içindedirler. Bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar.
Allah Kur’an’da (وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ) “İşte biz insanlara bu misalleri anlatıyoruz ama bunların hikmetini gerçek bilgi sahibi olanlardan başkası kavrayamamaktadır.” (Ankebut, 43) (إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ) “Kulları içinde ancak bilenler Allah’ın büyüklüğü karşısında korkup heyecan duyarlar.” (Fatır, 28) buyuruyor. Bu iki ayet ve daha pek çok ayet, âlimlere büyük sorumluluk yüklüyor. Allah birinci ayette zımnen âlimlere hitaben şöyle diyor: “Ey âlimler! Neden Allah’ın Kur’anî ve kevnî ayetlerini akletmiyorsunuz ve doğru bir şekilde ümmete anlatmıyorsunuz?” İkinci ayette şöyle diyor: “Ey âlimler, en çok Allah’tan korkan sizler olmalısınız. Neden hakkıyla Allah’tan kork korkmuyorsunuz?”
Ama her şeye rağmen ümidimizi kaybetmiyoruz. İnsanlarımızı dalaletten ve kötü yollardan kurtaracak olan İlim ve âlimlerdir. Çünkü Âlimler Müslümanların rehberleridirler. Nitekim ulul-Azm bir peygamber olan Hz. Musa Allah ile konuşmak şerefine nail olduğu halde Hz. Hıdır’dan ilim öğrenmeye davet edilmiştir. Allah bu önemli noktaya dikkat çekmek için Musa ve Hıdır’ın hikâyesini Kehf suresinde 22 ayetle, tafsilatlı bir şekilde anlatmaktadır. (Kehf, 60-82)