Adalet Mülkün Temelidir
Şu bilinmelidir ki; kâinat ve eşyada tezahür eden nizam, intizam ve kıvamın aslı ilahi adalete dayanır. Yani adalet, dünya hayatının dengesidir. Nitekim sevamatın Allahû Teala tarafından yükseltilip, mizan konduğu gerçeği Kur'an-ı Kerim'de beyan edilmiştir:
"Semaya/göğe gelince, onu da yükseltti ve mizanı koydu." (Rahman Suresi, ayet 7)
Kâinat adalet üzerine bina edildiği gibi, insan hayatı da adalet üzere bina edilmiştir. Adalet, her şeyi laik olduğu, müstehak olduğu mevki ve mertebeye koymaktır.
Adalet olmadan insan hayatı olmaz. Çünkü o, Allahû Teâla tarafından insan fıtratına konmuş rabbani dengenin adıdır. Onun kaybedilmesi Allahû Tealaya bağlılığın kaybedilmesidir.
Zaten İslam'ın temel hedefi, yeryüzünde tevhid inancı ve adaleti sağlamaktır. Bu yüzden İslam fıkhına göre kurulan bir devlette, adil olmayan kimselere görev verilemeyeceği gibi, bunların şahit olarak dinlenmesi dahi mümkün değildir. Haberlerine dahi itibar edilmez. Zira adaletten maksat; Allahû Teâlâ'nın emrine uygun amellerde bulunmaktır.
Lügatte adalet; istikamet anlamındadır. Şeriatta ise; dinen yapılması tehlikeli/zararlı olan şeyden kaçınmakla hak yol üzerinde istikametten/doğru olmaktan ibarettir.
Adalet; büyük günahlardan kaçınmak ve küçük günahlar üzerinde ısrar etmemektir.
Adalet; doğru hareket etmek, doğru konuşmak, günahtan ve yalandan kaçınmaktır.
Adalet; nefiste bir melekedir ki, nefsi büyük günahlara yaklaşmaktan küçük günahlar üzerinde ısrar etmekten ve çirkin işlerden meneder.
Adalet Allahû Tealanın emridir. Onu, Allahû Teâla indirmiştir:
"Allah hak ile kitabı ve mizanı indirendir. Ne bilirsin, saat (kıyamet) belki de yakındır." (Şura Suresi, ayet 17)
"Andolsun ki Biz peygamberlerimizi apaçık delillerle gönderdik. Onlarla birlikte insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye Kitabı ve mizanı (ölçüyü ve adaleti) indirdik…" (Hadid Suresi, ayet 25)
Adalet, bütün emanetlerden daha çok ve daha titizlikle yüklenmeye değer bir kavramdır. Hâkimlerden çok daha kuvvetle ve arzuyla istenen ulvi bir haktır. Belki de, yerlerin ve göklerin almaktan kaçındığı emanet adalettir. O emaneti, çok cahil ve zalim olduğu için insan sırtına yüklendi.
Adaletin birçok şubeleri vardır. Her birinin görünüşü ayrı ise de, hepsini ihata eden hakikat esasta birdir. Her hak sahibine hakkını vermek… Bu hak ister ferdi olsun, ister içtimai veya siyasi… Hakkı sahibine vermeyi zorlaştırmak veya önüne mânialar çıkartmak en hafif tabiriyle, korkunç bir zulümdür.
İslam'daki adalet, her şekil ve surette kayıtsız şartsız eşitliğe dayanan bir adalet değildir. Çünkü böyle bir eşitlik, kimi yerde bir örf ve adet, kim, yerde zulmün ta kendisi olur. Sebepler ayrı, çalışma tarzı ayrı ve istihsal kuvveti ayrı olduğu halde gene de müsavat/eşitlik iddia etmek (komünizm de olduğu gibi) zulmün ta kendisi olur. Hem de katmerli bir zulüm… Herkesin zenginlikte ve fakirlikte eşit seviyede olması adalet değildir. Çünkü zenginlik ve fakirlik, değişik şartların meyveleridir. İnsanların zenginlik ve fakirlikte müsavi olmamaları fıtrattandır. Fıtratı yaratan ise kâinatın sahibi "Allahû Teâlâ'dır. Dolayısıyla bu fıtratı değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.
İslam dini sadece belli alanda ve seviyede adaleti istemiyor. Aksine hayatın her alanında ve seviyesinde adaleti istiyor. Bir ayette yüce Allah;
"Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya bakmayı ve vermeyi emreder. Fahşadan, münker ve bağyden nehyeder. Size (bu suretle) öğüt verir ki dinleyip ve anlayıp tutasınız." (Nahl Suresi, ayet 90)