Çağdaş fir'avunlara karşı; çağdaş Mûsâ'lar gerek..

Çağdaş fir'avunlara karşı; çağdaş Mûsâ'lar gerek..

Çağdaş fir’avunlara karşı; çağdaş Mûsâ’lar gerek..

Dünyada/Arap ülkelerinde gelişen olaylarla ilgili olarak; Haksöz Haberden Selahaddin E. Çakırgil yazdı:

Hasaneyn Heykel, Mısır’lı ünlü bir ‘laik’  yazardır..

Cemal Abdunnâsır’ın en yakın çalışma arkadaşlarındandı ve ayrıca Enformasyon Bakanlığı da yapıyordu.. Ayrıca, o dönemin yarı-resmî yayın organı sayılan ünlü ‘El’Ehram’  gazetesinin başyazarlığını da yapıyor ve yazılarıyla, -Nâsır’ın güçlü olduğu zamanlarda- neredeyse, Ortadoğu siyasetlerine yön veren bir konumda sayılıyordu; özellikle de Batı dünyasında...

Enver Sedat zamanında gözden epeyce düştü ve hattâ bir ara, Sedat tarafından hapse de atıldı, birkaç haftalık bir süre için.. Serbest bırakıldığında, zindanlardaki müslümanları yakından tanımak imkanı bulduğunu ve onlara karşı Sedat’ın verdiği mücadelenin az bile olduğunu söyleyecek kadar, daha bir ‘laik’leşmişti..

 

Heykel, hatırâlarında, bugünlerde 32. yıldönümünü kutlamaya hazırlanan İslâm İnkılabı Hareketi’nin en hassas günlerine aid bazı ilginç ipuçları da verir..

İran’da Şahlık rejiminin çökmesi öncesinde, kadınlı-erkekli milyonlar, ‘Allah’u Ekber.. Khomeynî Rehber!. Lâ Şarqıyye- Lâ Garbiyye.. Hukûmet-i İslâmiyye!.’ (Doğu’ya -yani komünist bloka-  da Hayır; Batı’ya -yani, kapitalist dünyaya- da Hayır!.. Sadece İslam Hükûmeti ) diye bütün dünyayı hoplatan dev gösteriler yapar ve Şah’ın ordusu da, bu sivil ve silahsız halk kitlelerinin üzerine ateş açıp, bir günde hattâ bazen, 10 binden fazla insanı bile öldürdüğü günlerde, 1978’lerde; (USA emperyalizminin gizli servisi) CIA, (Şah’ın gizli servisi) SAVAK; (siyonist İsrail rejiminin gizli servisi) MOSSAD ve (Türkiye’nin gizli servisi) MİT temsilcileri ve Mısır’dan da kendisinin katılımıyla, Şahlık rejiminin kurtarılabilmesi için yığın birçok toplantılar yapıldığını ve çareler düşünüldüğünü anlatır, Heykel..

 

Heykel’in anlattığı o çareler içinde;

1- Önce, hükûmet değişikliğine gidilmesini ve liberal görünümlü birisine yeni bir hükûmet kurdurulmasını, baskıcı düzenlemelere son verilip, İran toplumunda bir rahatlama sağlanmasının planlandığını;

2- Bunun sonuç vermemesi halinde, o hükûmete de işten el çektirilip bir askerî hükûmet kurulmasını ve tanınan özgürlüklerden anlamayan kitlelere sert bir demir yumruk indirilmesini;

3- Bu tedbirin de olumlu bir etkisinin görülmemesi halinde, Şah rejimine muhalif gibi bilinen bir meşhur muhalif kişiye hükûmet kurdurulmasını,  

4- Onun da bir tedbir olmaması halinde, İslamî eğilimli bir generale bir darbe yaptırarak, halkın şiarlarında dile getirilen İslam Cumhuriyeti ilan edilmesini;

5- Bunun da etkili olmaması halinde ise.. İran’ın tam bir kaosa sürükleneceğini öngördüklerini anlatmıştı..

Ve o tedbirlerin herbirisi uygulanmıştı..

 

Sadece bir tarihî hadiseyi anlamak için değil, hangi güçlerin nasıl çalıştığını düşünmek için de..

 

Önce, Şah’ın 13 yıllık başbakanı Emîr Abbas Huveydâ azledilmiş, yerine Cemşîd Âmûzgâr ve sonra da, (bir âyetullah’ın oğlu, kendisi de İran’daki mason localarının üstad-ı âzamı olan ve Şah Pehlevî’nin bile, mason locasında huzurunda diz çöktüğü ve kendisine mason geleneğince peştemal giydirdiği bir mertebede bulunan) Senato Başkanı Şerif İmamî başbakanlığa getirilmişti.. Şerif İmamî, halkı yatıştırmak için, içkiyi, müstehcen filmleri yasaklamış ve üniversitelere müslüman kızların İslamî örtülerle gidebilmelerinin yolunu açmış; Huveydâ ve diğer nice ünlü yöneticiler tutuklanmıştı.. Kezâ, miladî -1965’lerde, Hicrî takvimi değiştirip, 2535’leri gösteren uyduruk bir Pers Şehinşahlığı takvimini uygulayan Şahlık rejimi uygulamasından dönülmüş ve Hicret-i Nebevî’yi esas alan Hicrî takvime yeniden dönülmüştü..

Bu arada Şah’ın ve hanımı Meşhed’deki İmam Rıza Türbesi’ni ziyaret edip, eline bez  alarak o türbenin tozlarını silecek ve eşi Ferah Diba da çarşaf giyecek kadar ‘dindar’ bir görünüm vermekteydi.. Bu sahneler, tekrar tekrar gösteriliyordu ekranlardan..

Ama, bütün bu gelişmeler içinde, üstün durumda olan hep, Şah rejimiydi.. Her şeyi o düzenliyordu, kendi muhtemel menfaatine göre.. Müslüman kitleler ise, artık neyi, nasıl yapacağını bilen Rûhullah Khomeynî  isimli bir ‘İslam âlimi’nin rehberliğinde, son asırlar dünya tarihinin en azametli inkılabçı yolculuklarından birisini kesin bir kararlılık ve inançla başlatmıştı..

 

Bu yüzden, İmamî’nin uygulamaları beklenen neticeyi vermedi Şah rejimine.. İki-üç aylık bir uygulamadan sonra, ikinci merhaleye geçildi ve İmamî istifa ettirilip, Gen. Kur. Başk. Gen. Ezherî’ye hükûmet kurduruldu ve o da hemen sıkıyönetim ilân etti ve gösterileri en kanlı şekilde bastırmaya başladı.. Ama, mitralyözler caddelerde onbinleri korkunç şekilde kana bularken ve tankların paletlerinde insan bedenlerini parçalanmış halde gösteren fotoğraflar dünyaya geçilirken bile, emperyalist -şeytanî güçler dünyası, hâlâ, müslüman halkı ‘mürteci, yobaz’ diye niteliyor; Şah’ın o korkunç cinayetlerini, ‘modernizmin korunması’ adına mâzur görüyordu..

Ama, o askerî hükûmet’in de etkisiz kaldığı görülünce, 45-50 gün sonra, Gen.Ezherî, bir daha dönemiyeceği şekilde Amerika’ya gidiyor ve Heykel’in sözünü ettiği planın üçüncü merhalesi uygulamaya konuluyor, İran’da, Cebhe-i Millînin önde gelen isimlerinden ve ünlü Şah muhaliflerinden birisi olarak bilinen Şapur Bahtiyar’a başbakanlık vazifesi veriliyor ve onun Şah Parlamentosu’ndan güvenoyu almasından hemen sonra ise, Şah Pehlevî, İran’dan kaçıyordu, 5 Ocak 1979 günü.. Şah’ın elinden başbakanlık hükmünü alan Bahtiyar  ise, ‘Şah bir daha bu ülkeye gelemiyecektir.. Biz tufanların içinden gelen şahinleriz..’  gibi tumturaklı nutuklar atmaya başlayarak, halkı kendi etrafına çekmeye çalışıyordu..

Ama, kitleler caddelerde, ‘Bahtiyar- Bahtiyar.. Noker-i bi-ihtiyar.. (iradesiz uşak, kukla) ’ şiarlarıyla, Bahtiyar’ın da bir kukla olduğunu haykırıyorlardı..

Ve Hasaneyn Heykel, hâtırâtında yazdığına göre, bu yolun da çözüm yolu olmadığının görülmesi üzerine, halk kitlelerine, İslamî eğilimli olduğu propagandasıyla tanıtılan bir generale darbe yaptırıp, Şah rejiminlık rejimine son verilecek ve müslüman halkın şiarlarında dile getirdiği gibi, bir İslam Cumhuriyeti rejimi kurulması merhalesine gelinmişti..

Amma, Heykel, böyle bir generalin de bulunamadığını, çünkü, öyle bir eğilimi olduğu söylenen bir generalin de ‘molla’ (yani, İmam Khomeynî)  tarafından teyid edilmesi lâzım geldiğini; böyle bir teyidin alınmasının ise, asla mümkün olmayacağı belli olduğu için, çıkmaza saplanıldığını ve korkulan 5’nci merhaleye, yani, kaos merhalesine geçildiğini anlatır..

 

Şimdi bunları yeniden tekrarlamaktan maksad, sadece İslam İnqılabı’nın 32. yıldönümü günlerinde, o büyük sosyal hadisenin karşısındaki emperyalist-şeytanî güçlerin ne büyük oyunlar oynandığını değil; aynı uluslararası entrikaların, hele de beşer tarihinin en eski medeniyetlerine yataklık etmiş, Ortadoğu’nun, arab dünyasının ve Kuzey Afrika’nın kilit ülkelerinden Mısır gibi bir ülkede de daha da geliştirilmiş şekillerde tezgahlanacağını hatırlamak için..

*

Ve de, ‘tabnak.ir’ isimli ciddî bir internet sitesinde 31 Ocak günü yer alan bir habere göre-, işbu Hasaneyn Heykel’in, ömrünün son demlerine erişmişken, Husnî Mubarek’in başkanı olduğu partinin üyesi sıfatıyla, bu partinin -Husnî Mubarek’in de katıldığı- bir toplantısında Mısır’daki son gelişmeler üzerine, halkın üzerine demir yumrukla gidilmesini ve Tunus’daki durumun benzeri bir tablo ortaya çıkmadan, konunun ortadan kaldırılması gerektiğini, polis ve asker gücüyle halkın sindirilmemesi halinde, ülkenin yönetiminin bu kitlelerin eline geçeceğini belirttiğinin bildirilmesi hasebiyle..

H. Heykel, 1923 doğumlu olduğuna göre, 90 yaşına merdiven dayamış bulunuyor..

Ama, hâlâ kendi ideolojisinin, kendi değerlerinin hassas bir takibçisi..

*

Emperyalist-şeytanî odaklar ile, müslüman halk güçleri arasında bir kapışma, kaçınılmaz..

 

Bu arada belirtelim, dünyadaki bir çok müslüman yayın organlarında, tabiatiyle, Mısır ve Tunus halkları, başlarındaki zâlimlere karşı vargüçleriyle, özgürlükleri için mücadeleye çağrıldığı gibi; İran medyası da bu fir’avun düzenlerinin yıkılmasını daha ateşli bir şekilde dillendiriyorlar.. Ama, ilginçtir; iki sene önce, özellikle Mısır medyası da, İran’da, cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra ortaya çıkan büyük karışıklıklar sırasında, İran rejiminin çöküntü eşiğinde olduğunu haykırıyordu..  Şimdi, bir bakıma, roller değişti..

*

Ama, her ne olursa olsun, gerek Tunus’da ve gerekse Mısır’da taşlar yerinden oynamıştır, bir kez.. Bundan, insan şeref ve haysiyetinin, özgürlüğünün korunmasına tarafdar olan herkesin memnun olması gerekir..

Ancaak, mes’elemiz, ne yaptığını ve ne ve nasıl yapacağını bilen, yarınlara ve ağır sorumlulukları omuzlamaya hazırlıklı olabilmek idrakini kuşanabilmektir..

Bu açıdan bakıldığında, hele de Mısır sözkonusu olunca, mes’elenin çok kolayca halledilebileceğini sanmak safdillik olur..

Çünkü, bu konuda en teşkilatlı ve Mısır sosyal hayatını derinden derine tanzim etmekte etkin bir yerinin olduğu bilinen ‘İkhvan-ul’Muslimîyn’  liderleri bile, son derece temkinliler ve de uzlaşmacı bir usûl takib ediyorlar.. Bugünkü siyasetleri de genel çizgilerine aykırılık sergilemiyor.. (Ki, inkılabçı fikir ve tavırları bilinen merhûm Seyyid Qutb’un İkhvan içinde, kanunî açıdan hiç bir zaman bir lider konumunda olmadığını da bu vesileyle bir daha hatırlayalım..)

 

Ayrıca,  bütün emperyalist dünyanın da, Mısır’daki durumun kendi aleyhlerine tamamlanmaması için ellerinden gelen her türlü entrikayı kurmak için rollerini belirlediği açıktır.. Bu gerçek, emperyalist dünyanın medya organlarında sadece şu son günlerde yayınlanan makalelerden ve siyasî liderlerin aba altından sopa göstermeye kalkışan beyanlarından da anlaşılabilir..

İran’da Şah’ın ve Şahlık rejiminin devrilmesi de siyonist İsrail rejiminin aleyhine tamam olmuştu ve bunun için elden gelen her oyun tezgahlanmıştı, ama, başarılı olunamamıştı.. İran’da İslam İnqılabı Hareketi’nin zafere erişmesinden sonra, siyonist İsrail rejiminin nasıl büyük problemlerle karşı karşıya kaldığının en bâriz örneği olarak Gazze’deki (Hareket-i Muqavemet-i İslamiyye/ İslamî Mukavemet Hareketi) HAMAS ve Lübnan’daki Hizbullah teşkilatlarının durumunu hatırlamak yeterlidir, herhalde.. Şimdi, siyonist israil rejiminin hemen yanıbaşındaki bu dev ülkenin  emperyalist dünyanın kontrolünden çıkmasının o şeytanî güçlerce göze alınamıyacağı da anlaşılabilir..

Nitekim, başta siyonist İsrail rejimi ve onun Atlantik ötesindeki uzantısı olan Amerikan emperyalizmi olmak üzere, bütün Batı dünyası ve onların bölgedeki müttefikleri Mubarek rejiminin devrilmemesi veya devrilse bile, şahıslar planında, kuklaların değişmesiyle sınırlı kalmasını ve amma, Mısır’da asla ve asla, müslüman halkın irade ve arzusuna uygun bir yönetimin işbaşına gelmemesi için elden gelen her entrikayı planlıyorlar. Çünkü, Mısır’ın bugünkü çizgisinden uzaklaşması halinde, siyonist İsrail rejiminin bölgede tutunabilmesinin daha bir zorlaşacağını bizzat siyonist çevreler itiraf ediyor..

Onun için, Mısır’ın geleceği, bir ‘çok bilinmeyenli denklem’i hatırlatmaktadır..

*

Ve bu noktada ‘İkhvan-ul’Muslimîyn’  80 yıllık köklü geçmişine rağmen, mücadele çizgisinde benimsediği teemkin ve teenniyi bırakmaak istemiyor ve paratonerler veya maşalar kullanmaya öncelik veriyor.. Bunun içindir ki, Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu’nun eski başkanı Muhammed el’Baradeî gibi, Mısır halkı içinde fazla bir itibarı olmayan ve amma, uluslararası çevrelerde tanınan bir ismi, ‘muhalefet gruplarının sözcüsü’ olarak göstermiş bulunuyorlar.. Baradeî’nin etrafında oluşan bu ittifak, elbette, muhalefet’in birbirleriyle ortak bir lider etrafında buluşamıyacak kadar dağınık olmasının da işaretini veriyor..

Hasaneyn Heykel’in sözünü ettiği 33 yıl öncelerdekilerden daha şeytanca entrikaların şimdi tezgahlanmıyacağını söylemek mümkün müdür?

*

82 yaşındaki Husnî Mubarek, en yakın istihbarat servisinin başındaki (ve ismi, düne kadar Amr Suleyman olarak telaffuz edilen) Omer Suleyman’ı Başkan Yardımcılığı’na getirmekle, gerçekte kendi gücünü takviye etmemiş; tersine, bu karanlık eylemlerin uygulayıcısı kişiyi yakınına almakla, çaresizliğini sergilemiştir.. Suleyman eğer, yarınlarda ayakta kalabilirse, Mubarek’i safdışı edebilecek taktikleri uygulayacak manevra kabiliyetine sahib birisi olarak nitelenmektedir.. Hatırlayalım ki, Zeyn-el’Âbidîn bin Ali de, İçişleri Bakanı olduğu dönemde, Habib Burqiba’nın en güvendiği kişiydi ve onun bütün zulümlerini, acımasız bir maharetle uyguluyordu, ama, birgün, onu bir ‘doktorlar heyeti’nin raporu ve saray darbesi ile kenara koyvermişti.  Ve bazı müslüman liderler, Gen. Zeyn-el’Âbidin bin Ali’nin Burqiba’ya İçişleri Bakanı olması ile, cumhurbaşkanı olması arasındaki farkı farketmek gerektiğini hatırlatıyorlar ve ona şans tanınmasını istiyorlardı..

Tanınan o şans,  Tunus’un çeyrek yüzyılına mal oldu.. Şimdi de, H. Mubarek, bir yandan aile efradını yurt dışına göndermekle pek çok olumsuz ihtimallerin birçoğuna karşı bazı tedbirleri aldığının işaretlerini verirken; diğer yandan da yarınlarda Omer Suleyman tarafından  Bin Ali’ örneğinde olduğu üzere, bir oyun oynanabileceğini gözönünde bulundurmazsa, çok ağır bir hayal kırıklığına uğrayabilir..

*

R. Gannûşî, kül içindeki kıvılcımı aleve dönüştürebilecek mi?

 

25 sene öncelerde, Tunus’da, İslamî Yöneliş Hareketi’nin en önde gelen liderinden birisi durumunda olan ve 20 seneden fazla zamandır İngiltere’de mülteci olarak yaşayan Râşid Gannûşî 30 Ocak 2011 günü Tunus’a döndü ve havaalanında binlerce tarafdarının sevgi gösterileriyle karşılandı.. Bazı laik kesimler ise, Râşid Gannûşî’yi protesto eden karşı gösteriler tertibledi..

Gannûşî, gelir gelmez verdiği beyanlarla dikkati çekti.. Cumhurbaşkanlığı için yapılacak seçimde aday olmayacağını, kurulacak bir hükûmette de Başbakan veya Bakan olarak vazife almıyacağını açıklayan Gannûşî’nin, kendisini bağlayan böylesi beyanlarda bu kadar çabuk bulunmasının sebebi pek anlaşılamadı.. Gannûşî, ayrıca kendisinin İmam Khomeynî’ye benzetilmemesini de istiyor, kendisinin öyle birisi olmadığını ve kendilerinin mutedil / ılımlı İslamî bir çizgi takib edeceklerini ve Türkiye’deki AK Parti metodunu tercih ettiklerini belirtiyordu..

 

İlginçtir, Kahire’deki halk gösterilerinde de, Tayyîb Erdoğan’ın posterlerinin taşındığı görülüyordu.. Bu, üstelik Mısır rejimi ile Türkiye’nin arasını açabilecek bir kışkırtma olarak bile algılanabilirdi.. İkhvan-ul’Muslimîyn’in sözcülerinden birisi, TRT Türk’e yaptığı açıklamada, bu posterlerin taşınmasını, Tayyîb Erdoğan’ın Filistin halkının haklarını siyonist İsrail karşısında savunmakta gösterdiği dirayetli tavır ve ayrıca dürüst siyasetçi profili ile izah ediyordu..

 

Anadolu ve Tunus coğrafyaları arasındaki sosyo-kültürel  ve tarih şartların farklılığını göze almak gerekmez mi?

 

Gannuşî, bu görüşlerini dile getirirken, ya Türkiye hakkında sağlıklı bir bilgiye sahib değildi; ya da, 25 yıl öncelerdeki çizgilerinden çok çok uzak düşmüştü..

Çünkü, Türkiye’deki AK Parti, katı kemalist-laik bir rejimde, egemen güçlerin koyduğu ve kanun adına getirilmiş sınırlamalar içinde kalarak, adım adım da olsa ilerlemeyi esas alan ve ‘uzlaşmacı’ bir çizgiyi temsil ediyordu.. Kaldı ki, AK Parti’nin siyaset yaptığı coğrafyadaki devlet anlayışı ve bu anlayışın inanç adına kutsanması ve inkılabçı bir çizginin sosyo-kültürel temelinden çok uzak olunduğu gibi özel şartlar da, bir ayrı husus.. Ayrıca, bu partinin İslamî bir hedefinin olduğunu söyleyen bir parti yetkilisi de yoktur.. Ki, öyle olsa bile, kemalist-laik rejim tarafından derhal kapatılacağının geçmişteki örnekleri de ortadadır.. Ve bu parti, kendisini ‘muhafazakâr-demokrat bir siyasî hareket’ olarak nitelemektedir..

Böyle bir partinin, T.C. şartlarından çok farklı bir coğrafyadaki Tunus’da örnek alındığının bir İslamî hareket lideri tarafından dile getirilmesini anlamak, çok kolay olmasa gerek..

Çünkü, Tunus’da veya diğer arab ülkelerinde ise, hiç değilse, böyle bir kanun adına böyle bir sınırlama yok.. Oralarda, bir lider iktidardan gitti mi, onun yerine gelenler, geçmiş liderin ne ilke ve devrimlerini, anayasalarında bile dercedilmiş kutsal bir yemin metin metni halinde kabulleniyorlar; ne de böyle bir anlayış var.. Hattâ, o ilkel olarak suçlanan arab rejimlerinin hiçbirisinde, ölmüş bir siyasî lideri kutsayan, koruyan ve mezarını bir tür ‘laik kutsal türbe’ye dönüştüren bir acaib laiklik uygulaması da yok!.

Böyleyken,  Tunus’da, T.C.’deki AK Parti denemesinin örnek olarak algılanması şaşırtıcıdır.. Çünkü, Tayyîb Erdoğan ve yakın çevresi bertaraf edilebilse, AK Parti’den geriye nasıl bir örneklik kalacağı, ya da kalıp kalmıyacağı ayrı bir konudur..

*

Son söz olarak, evet, farklı coğrafyalarda, farklı sosyo-kültürel ve tarihî zeminleri olan durumlarda, temel ölçülerden fire verilmeksizin, farklı şaraatlara göre, farklı mücadele metodları benimsenebilir..

Yeter ki, her fir’avunluğun karşısında bir Mûsâ (a) olmak azmi unutulmaya..