ABDULKADİR BADILLI PANELİNİN ARDINDAN
24 Şubat Cumartesi akşamı, bilim adamlarının katıldıkları bir panelde, “Abdulkadir Badıllı Kimdir?” sorusuna cevap arandı. Bu fakirin de panelist olarak katıldığı bu toplantıya ilgi büyüktü. Bence böyle bir soruya verilecek cevap hiç kuşkusuz ki, “Abdulkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi’inin telebeliğe kabul ettiği bir zattır.” demek en doğru cevap olacaktır. Çünkü Bediüzzaman’a talebe olmak, çağımız insanı için ulaşılabilecek en önemli ve en ulvî bir makamdır. Bence Abdulkadir Badıllı’nın ilmi şahsiyeti, hadisçiliği, mütercimliği ve biyografi yazarlığı hep bu talebelik makamından sonra dikkate alınması gereken şeylerdir.
Kuşkusuz ki, Abdulakdir Badıllı’nın şahsiyeti, bu meziyetleri dışında mütalaa edildiği zaman da, sıradan bir şahsiyet olmadığı kolay anlaşılacaktır. Çünkü Bediüzzaman’a talebe olmaya karar vermek o kadar da kolay bir iş değildir. Onun yaşındakiler, o zamanlar hayatlarını yaşamakla meşgul iken kendisi, 1953 yılında, 16 yaşındayken Bediüzzaman’ı ziyaret etmek gibi çok riskli bir yolu seçmiş ve deyim yerindeyse inişli çıkışlı, aynı zamanda o zamanın şartlarında oldukça mihnetli bir hayat tarzını seçmiştir. Onun yaşındakiler ve onun kadar varlıklı olanlar evlenip çoluk çocuğun içine karışmayı ve bir iş tutmayı planlarken, kendisi, işin ucunda hapis ve sürgün olan ve her türlü hayat nimetlerinden mahrumiyeti gerektiren bir yolu seçmiştir. Çünkü o zamanlar, Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a talebe olmak, kefenini boynuna takmak anlamına geliyordu. Hatta Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a talebe olmaya karar vermek hapse girmeyi, fakirleşmeyi ve dünya zevklerini hafife almayı gerektiriyordu. İşte her şeyi göze alan Badıllı Üstad Bediüzzaman’ı toplam altı kez ziyaret etme şerefine nail olmuştur.
Üstad Bediüzzzaman’ın diğer talebeleri gibi Abdulkadir Badıllı da, Risale-i Nur’a ve Üstad Bediüzzman’a talebe olduktan sonra, dünyevileşen insanların gözünde çok meşakkatli fakat dava adamlarının nazarında çok zevkli olan bir yola girmişti. Çünkü o tarihlerde Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a talebe olanlar, aynı zamanda maddi fedakârlıkta bulunmaları gerektiği için gemileri yakıyorlardı. Çiftçilik yapmak, dükkân açmak, ticaret yapmak veya devlet memuru olmak… Eğer bu meslekler onları hizmetten alıkoyacaksa o mesleklerden vazgeçmekten çekinmezlerdi.
Bu yüzden Üstada ve Risale-i Nura talebe olanlar maddi hiçbir fedakârlıktan çekinmemişlerdir. Benim bildiğim kadarıyla, aileden Abdulkadir Badıllı’nın payına düşen ne kadar serveti ve mameleği varsa hepsini satmış ve hizmet için kullanmaktan çekinmemiştir. Risale-i Nur’un neşir ve hizmetine o kadar yoğunlaşmıştı ki, herkesin büyük baba ve dede olduğu bir yaşta, 1986 yılında, yani 50 yaşında evlenmeye ancak fırsat bulabilmiştir. Cenabı Allah’tan kendisine uzun ömürler diliyorum.
Ben panelde daha çok Badıllı tarafından telif edilen ve bugüne kadar Risale-i Nur üzerinde yazılmış en mükemmel eser olan “Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları”ndan söz ettim. Bu eser bana göre en az üç doktora çalışması değerinde olan dev-asa bir teliftir. Eserde Risale-i Nur’da geçen 1075 hadis, eser veya hakikatli söz yer almaktadır. Risale-i Nur’da Arapça olarak geçen hadisleri araştırıp bulmak o kadar zor bir iş değildir. Genellikle hadis ilmiyle uğraşanların yapabileceği şeylerdir. Asıl önemli olan, Risale-i Nur’un uzun cümleleri arasında yer alan küçük bir cümleciğin hadis olduğunu iddia vetmek ve bu manaya uygun Arapça hadisleri kaynaklarda tespit etmektir. Bu o kadar zor bir iştir ki, Badıllı bu hadisleri tespit edebilmek için adeta iğne ile kuyu kazmıştır, denilebilir. Çünkü Abdulkadir Badıllı, “Risale-i Nur’da geçen her söz, ya açık bir ayet, açık bir hadis veya bir hadisin manasıdır” şeklindeki iddianın doğruluğunu bu eserle ortaya koymuştur.
Bir misal vermek gerekirse, Bediüzzaman güneşle alakalı olarak şöyle bir ifade kullanıyor: “Sekiz ism-i azamın bir sahife-i Nuraniyesi olan güneş….” Üstadın bu ifadesi 8. Mektup’ta geçiyor. Mektubun konusu aşk ve şefkat arasındaki derin farklardır. Üstad şöyle der:
“Evet, şefkat bütün envâıyla lâtîf ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envâına tenezzül edilmiyor. Hem şefkat pek geniştir. Hâlbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip her şeyi mahbubuna feda eder. Yahut mahbubunu îlâ ve senâ etmek için başkalarını tenzil ve mânen zemmeder ve hürmetlerini kırar. Meselâ biri demiş: "Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor; görmemek için bulut perdesini başına çekiyor."
“Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?”
Abdulkadir Badıllı Bediüzzaman’ın “Ey Aşık Efendi!” dediği zatın kim olduğunu araştırmış; sonuçta bu zatın Fuzuli-i Bağdadî olduğunu şu beytinden anlamıştır:
Güneş mahcuptur, şem-i ruhundan yandırır çarkı,
Çıkarmak ister anı şule-i ahım hicabından.
Daha sonra güneşin sekiz ism-i azama mazhar olduğunu söyleyen Üstadın bu sözü boşa söylemeyeceğini düşünerek hadisin peşine düşmüş, bir tanesi birebir aynı, ikisi de manasına çok yakın olan üç hadis tespit etmiştir. Mecmaüz-Zevaid’teki hadisin meali şudur: “Dokuz tane melek güneş için görevlendirilmiştir.” İbn Ady’de ise şöyle geçer: “Yedi melek güneşle görevlendirilmiştir.” Üstadın sözüyle birebir örtüşen hadis ise şöyledir: Şeyh-i Geylanî’nin naklettiğine göre, Resûlüllah (s) hicrette Mekke’den çıktığı zaman, Kureyş’ten korunmak için Hira Dağına yöneldiğinde Cebrail gelmiş ve ona bir dua öğretmiştir. Duada şöyle bir cümle geçiyor: “Güneşteki sekiz ism-i azamın hürmetine…”(1) İşte Risalede geçen böyle bir sözün hadis olduğunu ispat edebilmek için en az 10 büyük cilt kitap okumak gerekiyor.
Abdulkadir Badıllı, gençliğini ve hayatının önemli bir kısmını Bediüzzaman ve Risale-i Nur üzerinde çalışmakla harcamıştır. Benim kanaatime göre çok kutlu bir hayat sürdürmüştür. Çünkü garip, kimsesiz, düşmanları çok, hayatı hapislerde ve sürgünlerde geçmiş olan, hatta vefat etmek için bile rahat bir şekilde memelketine dönemiyen, vefatından sonra da kabri açılarak cenazesi bir semt-i mechûle taşınmış olan Bediüzzaman ve onun eserleri üzerinde çalışmak, o zamanlar için hem yürek isterdi hem de cihat ruhunuzun güçlü olması gerekirdi. Bu ikisi de Abdulkadir Badıllı’da mevcuttur.
Abdulkadir Badıllı’nın bütün çabası, bu asrın müceddidinin mesajını insanlara en doğru şekilde ulaştırmaktır. Düşünün, Bediüzzaman Risale-i Nur için, “Risale-i Nur’un mesaili, ilimle, fikirle niyet veya kusdî bir ihtiyar ile değil, ekseriyeti mutlaka sünuhat, zuhurat ve ihtarat ile oluyor. (Kastamonu Lahikası, L. 211) “İfadelerim başkasının ifadelerine benzemiyor. Bir harfin ve bazen bir noktanın yanlışı ile bir mesele değişir, mana bozulur.” (Şualar, s. 486) ifadelerini kullanmaktadır.
Benim kanaatime göre Abdulkadir Badıllı’nın telif ettiği “Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları” adlı kitabı henüz Nur talebeleri tarafından bile tamamen keşfedilememiştir. Yakın bir gelecekte Risale-i Nur dünya düşünce tarihini, bugünkünden çok daha fazla etkileyecektir. Başka bir deyimle, Risale-i Nur, fikir ve ilim dünyasında en çok konuşulan, tezekkür edilen ve hakkında en çok eser yazılan, kitaplar neşredilen bir şaheser olmaya namzettir. Belki binlerce bilim adamı, İlahiyatçı, felsefeci, psikolog, sosyolog, siyaset bilimci, sanatçı ve düşünce adamları Risale-i Nurları didik didik araştıracak ve herkes kendi ilim zaviyesinden bu eserleri inceleyecektir. Risale-i Nur’un Kudsî kaynakları en çok İlahiyatçılara büyük ve doğru bir kaynak olacaktır.
Biz ilahiyatçılar olarak bugüne kadar bu dev-asa kitabı keşfedip değerlendiremedik, ama yakın bir zamanda bunun telafi edileceğini temenni ediyorum.
(1) Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları, s. 467.