Aç midelerden doğar, nurtopu ihtilaller.
'Aç midelerden doğar, nurtopu ihtilaller..’
Usta Yazar; Selahaddin E. çakırgil'den Tunus analizi... İşte O Yazı:
Tunus’ta Kasım-1987 yılından beri, yani 23 yılı aşkın bir zamandır iktidarda bulunan ‘Gen. Zeyn-el’Âbidîn bin Ali’ rejimi diktötörlüğü çöktü..
İki gün önce hanımını yurt dışına göndermişti.. Daha sonra kızı ve damadının da yurt dışına çıktığı anlaşıldı.. Sonunda ise, kendisinin de ülke dışına çıktığı açıklandı, 14 Ocak-2011 akşamına doğru.. Tıpkı, 32 sene önce bugünlerde İran’dan kaçmak zorunda kalan Şah M. Rıza Pehlevî gibi..
Aradaki fark şu ki, İran’da, son dönemi 1,5 yılı aşan ve 100 binden fazla kurban alan ve milyonların hançeresinden yükselen ‘Allah’u Ekber’ nidalarının dünyayı titrettiği uzun ve çetin müslüman halk qıyâmından sonra gerçekleşmişti; Tunus’ta ise, geçen hafta, Sidi Buzid (Seyyid Ebu Zeyd) isimli küçük bir kasabada bir seyyar satıcının, güvenlik güçlerince yapılan ağır işkenceler sonunda kendisini ateşe vermesiyle başlayıp bütün ülkeye yayılan protesto gösterilerinin, bir hafta içinde 23-24 yıllık diktatörün devrilmesi sonucunu verdi..
Ve bu gösteriler, genelde pahalılık ve giderek gelişen açlık tehlikesi ve ekmek ve şeker gibi temel gıda maddelerine yapılan zamlarla da beslendi.. Bu arada göstericilere karşı silah kullanılması ve birkaç gün içinde, 50’den fazla insanın öldürülmesi, sosyal patlamayı daha bir hızlandırdı..
Ama, bu gösteriler sırasında, yine de, dünyaya yansıdığı kadarıyla, İslamî bir şiar / slogan vs. çok fazla yükselmedi..
Buna rağmen, müslüman halkların protestolarının derûnunda İslamî taleblerin, bir potansiyel dinamit olarak daima var olduğu da, gözlemcilerce gözden ırak tutulmamaktadır..
*
Osmanlı taa sonuna kadar resmen tanımamış olsa bile, 1880’lerde Fransa işgaline giren Tunus, siyasî istiklalini, bağımsızlığını en azından kağıd üzerinde 1957’de kazanmış ve o tarihten 1987’ye kadar, bu ülkeyi 30 yıl, Habib Burqiba diktatörlükle yönetmişti.. ‘Arab kemalisti’ olarak nitelenmesinden memnun olan Habib Burqiba’nın, Tunus’da, siyasî istiklalden sonra, 1960’larda müslüman halka hattâ oruç tutmayı bile ‘işgücünü zayıflatıyor’ gibi gerekçelerle yasakladığını, ünlü Zeytûne Medresesi etrafında bir güçlü odak olarak kabul edilen ulemâ’yı ağır baskılarla etkisizleştirdiğini hatırlayalım.
Gen. Zeyn-el’Âbidin bin Ali, Burqiba yönetiminin son yıllarında İçişleri Bakanı olarak, o ‘arab kemalisti’nin laik diktatörlüğünün en azgın uygulamalarının başında bulunuyordu..
1980’lerin ortalarında Tunus’ta ‘en’Nıhze-t-ul’İlcaat-ul’İslamiyye / İslamî Yöneliş Hareketi) diye anılan ve kısaca ‘en’Nıhze..’ denilen bir hareket, oldukça etkiliydi.. Üniversitelerde ve sosyal hayatın hemen her kesiminde halkın İslamî taleblerini dile getiren şiarlar yükseliyordu.. (Nıhzet = Bir hedefe erişmek için verilen mücadele teşkilatı ve hareketi..) Tunus’da bir İslamî rejim kurulabileceği endişesi hemen bütün emperyalist dünyada giderek güçleniyordu..
‘En’Nıhzet’in liderleri Abdulfettah Moro ve Râşid el’Gannûşî gibi ünlü isimlerdi.. 85 yaşındaki Burqiba, bu hareketin liderlerinden bazılarını da idâm ettirmişti.. Daha onlarcası da idâmlarını bekliyorlardı ve binlercesi de zindanlardaydılar.. Ama, rejimin geleceğinin daha tehlikeli bir eğilime doğru yöneldiğini hissedince, İçişleri Bakanı (50 yaşlarındaki) Gen. Zeyn-el’Âbidin bin Ali, bir doktorlar heyetinden, ‘Başkan Burqiba’nın artık devleti yönetemiyecek derecede hasta ve de yaşlı olduğu’na dair bir rapor aldı ve onu bir ‘Saray Darbesi’yle devirip kenara koydu..
Ve yönetimin başına geçer geçmez de, hattâ idamları beklenenler de dahil, binlerce ‘müslüman mücadeleci’yi serbest bıraktı ve kısmî bir rahatlık sağlandı, gerilim gitti..
Abdulfettah Moro, ‘Gen. Zeyn-el’Âbidin’in, Burqiba’nın İçişleri Bakanı iken yaptığı zulümlerle değerlendirilmemesini, Devlet Başkanı olunca artık değişebileceğini’ söyledi ve ona ümid bağladı.. Daha sonra da, Bin Ali’nin İslamî konularda başdanışmanlığı gibi bir vazifeyi kabullendi..
Râşid el’Gannûşî ise, siyasî mücadelesine devam etmek istedi ve Bin Ali rejimi, onun hareketine, ismini değiştirmesi halinde seçimlere katılabileceğini bildirince, ismini değiştirdi ve seçimlerde bir varlık gösteremedi ve sonra da Gannûşî, ülke dışına çıkmak zorunda kaldı..
Bin Ali de, duruma iyice hâkim olunca Burqiba zamanından geride kalmayan en diktatörce uygulamaları tekrarladı.. Tunuslu hanımların, sadece resmî dairelerde değil, şehirlerin hele de merkezlerinde ve ana caddelerinde bile başları örtülü olarak bulunmaları resmî veya sosyal baskılarla engellendi.. Ve 25 yıl öncelerdeki o güçlü İslamî muhalefetten hemen hiçbir iz kalmamış gibiydi..
Ve bugüne geldiğimizde, sosyal rahatsızlıkların patlamasıyla sosyal hayattaki protestolardan, dünyaya hemen hiçbir İslamî şiar yükselmeksizin, Gen. Zeyn-el’Âbidin bin Ali ve rejimi çöküverdi..
*
Yarınlarda neler olacağını söylemek, kehanette bulunmak olur..
Sadece şu kadarını hatırlayabiliriz ki, Cezayir’de 1954-61 arasında, Fransa emperyalizmine karşı verilen ve 1,5 milyondan fazla kurbana mal olan uzuuun ve çetin bir istiklal mücadelesinden sonra kağıd üzerinde kazanılan siyasî istiklalin üzerine abanan (önce) Ahmed bin Bella ve onu yıl sonra deviren Huari Bûmedyen liderliğindeki sosyalist rejimin 30 yıllık tahakkümüne karşı, 1989’da ilk kitlevî muhalefet hareketleri patlak verdiğinde de, ortada hiçbir İslamî taleb veya şiar sözkonusu değildi.. Halkın ilk protestoları, ekmek ve şeker gibi temel gıda maddelerine yapılan zamlara karşı gösteriler olarak sergilenmişti.. Şairin, ‘Aç midelerden doğar, nurtopu ihtilaller..’ mısraını hatırlatacak şekilde..
Ama, Cezayir’in müslüman halkı, kısa sürede, İslamî taleblerini de dile getirmeye başlamış ve yapılan seçimlerde, kitleleri Abbas Medenî, Ali Bilhac gibi seçkin liderlerin öncülüğünde ayağa kaldıran ‘Front İslamique Salvation’ (FİS) / İslamî Selamet Cebhesi, seçimlerde büyüz zafer kazanmış ve amma, aynı gece, Cezayirli generaller, emperyalist Batı’nın desteğiyle, demokrasiyi kurtarmak adına, seçim sonuçlarını kanundışı ilan etmiş ve müslüman halk, laik ordu tarafından ve ancak yüzbinlerce müslümanın katledilmesiyle sonuçlanan kanlı bir boğuşma ile sindirilebilmiş ve bir diğer müslüman halk ve ülkesi, kendi orduları tarafından işgal edilmişti, emperyalist değerler adına...
Benzer durumun, yarınlarda Tunus’ta da benzer şekillerde tekrarlanmıyacağını kim iddia edebilir?
Haksöz haber