28 ŞUBAT'TAN BETER

28 ŞUBAT'TAN BETER

“Zaman gazetesi geçenlerde öyle bir manşetle çıkmıştı. Manşetin altında yer alan ifadeler aynen şöyle:

“Bugün kullanılan dil, taktik ve baskılar 28 Şubat süreciyle bire bir aynı. O dönemde, ‘irticacı’ denilerek ‘kan emici’, ‘yarasa’, ‘habis ur’ gibi yaftalamalarla dindar kesim hedef alınırken bugün ‘örgüt’, ‘çete’, ‘in’, ‘virüs’, ‘Haşhaşi’ gibi ağır iftiralarla Camia hedefe konuyor. 1999 yılında örgüt ve çete ithamıyla dava konusu yapılan ve  8 yıl süren yargılama sonunda beraatle sonuçlanan iddialar yeniden gündeme getirilerek Camia’ya dava açılacağı tehditleri yayılıyor. “

Kuşkusuz bu ifadeler bile tehdit kokuyor ve masum değildir. 17 Aralıktan önce böyle bir şey olmadığı halde bu sert üslubun her iki tarafta birden bire ortaya çıkması nedendir acaba? Sayın Başbakan Mart 2013’te hastalandığı zaman F. Gülen’in ona göndermiş olduğu geçmiş olsun mesajını alıp okuduğunuz zaman, hoca efendinin bir gün Sayın Başbakan’a beddua edebileceğini hayal bile edemezsiniz. Bazılarımız hatırlamaz diye, 13 Mart 2013 Çarşamba günü Zaman’da yayınlanan o mesajı aşağıya alıyorum:

 

Geçmiş olsun

Yaptığı çalışmalarla ülkemiz ve insanlığa büyük hizmetlerde bulunan, çalışkanlığı ve gayretleriyle her günü dolu olan

Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın rahatsızlığını büyük bir teessürle öğrenmiş bulunuyorum. Neyse ki meselenin galiba enfeksiyon olduğunu ve birkaç günlük istirahattan sonra vazifesinin abşına geçip hizmetlerine devam edeceği bilgisine ulaştım ve bu müjdeli haberle mesrur oldum. Cenab-ı Mevladan Sayın Başbakanımıza sağlık ve afiyet diliyor, geçmiş olsun dileklerimi arz ediyorum.

M. Fethullah GÜLEN

Şimdi 13 Mart 2013’te yazılan bu mesaj, eğer siyasi değilse,  onu okuyan herhangi bir kimse,  hocanın 9 ay sonra dehşetli bir şekilde Sayın Başbakan’a beddua edebileceğine ihtimal verir mi?

Bir şeylerin aniden ters gittiğini herkes anlayabiliyor. Bu durumdan en çok rahatsız olan kesimin de cemaate mensup insanlar olduğu da biliniyor. Çünkü STV ve benzeri kanallarda cemaat okullarında öğretmenlik yapan evlatlarla,  Ak Partiye bağlı olan babalar arasında büyük kavgaların yaşandığını söylediler. Cemaat mensupları ve medyası, bu durumun daha büyük bir fitneye dönüşmemesi için bir an önce Sayın Başbakan’ın bu üsluptan vazgeçmesi gerektiğini söylüyorlar. Özellikle Haşhaşi benzetmesinin çok tehlikeli olduğunu söylüyorlar. Sayın Başbakan’ın cemaati hangi açıdan Haşhaşilere benzettiğini bilmiyoruz. Muhtemelen cemaat sırlı, sırlı olduğu kadar çok yönlü bir para gücüne dayanan bir yapılanmaya sahip olduğu için böyle bir benzetme yapmıştır. Bununla birlikte böyle bir benzetmeyi şık bulmuyorum.

Vaktiyle Afyon’da idamla yargılanan Üstad Bediüzzaman için de Afyon savcısı “Haşhaşi” benzetmesi yapmıştı. Bediüzzaman Şualarda o benzetmeye çok güzel bir cevap veriyor. Fakat günümüzde ne Sayın Başbakan Afyon savcısı gibi laik ve jakoben bir yönetimin bürokratıdır, ne de F. Hoca Bediüzzaman’a benzemektedir. İki örnek birbirinden tamamen farklıdır. Bediüzzaman, “Ben Mekke’de olsam Anadolu’ya gelirdim” diyor. F. Hoca ise, hiçbir mahkûmiyeti olmadığı halde ve birkaç kez Başbakan tarafından ülkeye davet edildiği halde ABD’de kalmaya ısrarla devam ediyor.

Doğrusu bu fitnenin daha fazla büyümemesi herkesin temennisidir. Fakat öncelikle cemaatin devlet ve hükümetle savaşmaya son vermesi lazımdır. Devlet atamalar yapıyor, cemaat hemen o memurlara sahip çıkıyor. “kıyım yapılıyor” diyorlar. Bürokraside yapılan atamaların “kıyım olduğunu” söylemek, hükümete karşı yapılan darbeyi itiraf etmekten başka bir şey değildir. O halde öncelikle cemaat medyasının susması ve eski mevzilerine çekilmesi gerekir.

Başbakan’ın Cemaate yönelik tavrının 28 Şubatt’an beter olduğunu söylemek ise, tamamen bir iftiradır. Çünkü 28 Şubat’ta Cemaat hemen okulları idareye teslim edebileceğini askere bildirmiş ve Erbakan Hoca’ı yönetimden uzaklaştırdıkları için adeta onlara teşekkür etmişlerdi.  Merve Kavakçı’yı meclisten kovan Ecevit vefat ederken Hoca tarafından kendisi için yazılan taziye, tıpkı hem halife hem devlet adamı olan bir Osmanlı padişahı için yazılmış bir taziye gibiydi. Hele F. Hoca’nın “Eğer şefaat hakkım olsaydı Ecevit için kullanırdım” sözü ne ile izah edilebilir? Kaldı ki, zaten Hoca o dönemlerde, cemaat mensupları için başörtüsü takma mecburiyetini de kaldırmıştı. Dolayısıyla 28 Şubat’tan sadece garibanlar zarar gördüler.

Sonuç olarak eğer cemaat medyası bu kavganın sona ermesini istiyorsa devletle kavga etmenin yanlış bir şey olduğunu idrak etmelidir. Ama eğer “Biz bu hükümetle mücadeleye devam edeceğiz. Ne pahasına olursa olsun bu hükümetle artık barışmamız söz konusu bile değildir. Hükümeti yıpratmak için gerekirse her şeyi mübah görürüz” diyorlarsa –ki Trabzon’da yapılan bir toplantıda bu yönde bir kararın alındığını gazeteler yazdı- o zaman gerçekten bir akıl tutulması yaşanıyor demektir ve barış için gerekli öneriler de artık kendilerinden beklenir. Ama yazık, başını aynı yaratıcı için secdeye koyanların kavgasından kimin istifade ettiği belli değil mi?