28 ŞUBAT’TA ERBAKAN NE YAPMALIYDI?

28 ŞUBAT’TA ERBAKAN NE YAPMALIYDI?


Kuşkusuz 28 Şubat en çok Merhum Erbakan’ı ve onun şahsında tüm halkı mağdur etmiştir. Acaba o darbecilerin planları altüst edilebilir miydi? Tıpkı Başbakan Erdoğan’ın 27 Nisan 2007’deki e-Muhtırada yaptığı gibi…

Erbakan’ın en büyük hatası “Ben askerleri oyalarım. Türkiye hükümetiyle, askeriyle adalet sistemiyle bir bütündür, diyerek onların gönlünü alırım. Olmadı, onların maaşlarını arttırırım, böylece onlara unuttururum” şeklinde düşünmesiydi. Gerçekten askerin maaşını aşırı şekilde arttırarak  %70 ilave etti. Oysa bu, kamu personelinin tümüne yapılan bir haksızlıktı.
Erbakan Hoca’nın ikinci büyük hatası ise, Demirel gibi bir adama güvenmesiydi. Erbakan Demirel’in en azından darbeci askerlerin direktiflerine ve antidemokratik taleplere karşı bir direnç gösterebileceğine inanmak istiyordu. Ama heyhat… Demirel’in kariyerinde böyle bir başkaldırı asla görülmemiştir.  Hele Demirel o makama çıktıktan sonra halka ihtiyacı kalmamıştı. Ne yapacağı belli olmazdı.
Merhum Erbakan Milli Güvenlik Kurulundan çıktıktan sonra hemen ortağı Tansu Hanımla bir araya gelip seçim kararı almalıydı ve ardından milletin karşısına çıkıp şöyle demeliydi: “Sevgili vatandaşlarım! Ülkede gizli-açık bir vesayet rejimi vardır. Bu rejim serbest bir şekilde hükümet edip size hizmet etmemizi engellemektedir. Ama Allah’ın izniyle ve sizin desteğinizle bu vesayet rejimini yok edip kaldıracağız. Bu yüzden Başbakanlık görevini bırakıyor ve iki ay içinde seçime gidiyoruz.”
Eper o yılın Nisan ayında bir seçim yapılsaydı Refah partisi kesinlikle iktidar olacaktı. Ardından belki partiyi kapatacaklardı. Ama 2007’de başlayan iyileşme süreci tam on yıl önce başlamış olurdu ki, millet bu kadar zarar etmemiş olurdu.
Bugün Başbakan Erdoğan’ı şahlandıran şey 2007 yılında Genelkurmay sitesine konan e-muhtıraya verdiği karalı cevaptı. Ardından seçim kararı alındı ve Ak Parti % 47 ile ikinci kez iktidar oldu.
Başbakan’ın e-muhtıraya karşı cevabı CHP’nin stratejilerini de altüst etti. Her zaman CHP’yi Cumhuriyetçi ve laikçi bir kimlikle öne sürenler, 27 Nisan bildirisinden sonra gelişen süreçten hiç de memnun kalmadılar. Onlar zaten tek başlarına iktidar olamayacaklarını biliyorlardı. Fakat bütün zamanlarda cumhurbaşkanı, Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi sayesinde beğenmedikleri her şeyi ortadan kaldırma gücüne sahip bir CHP vardı.
Fakat vatka ki,  Başbakan Erdoğan e-muhtırayı yemedi, ardından Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu, bu kez CHP’nin stratejistleri oturup başlarını iki avuçları arasına aldılar ve şöyle düşündüler: “Salt Laikçiliği ve Cumhuriyeti savunarak artık bir yere varamayız. Bizim gücümüz vesayet rejiminden geliyordu. Ama artık kalelerimiz en kısa zamanda birer birer düşecektir.  Kalelerimiz düşerse bize vesayet edecek kimse kalmayacaktır. O halde bir an önce Baykal’ı göndermeli ve yerine Daha yumuşak, daha halkçı bir söylem geliştirebilen, daha çok halkın arasına katılan bir Genel Başkan bulmalıyız.” O Genel Başkan da Kılıçdaroğlundan başkası değildi. Onu gönderen güç bunu getirdi.
Bekleyip göreceğiz: Bakalım Kılıçdaroğlu o stratejistlerin dediği kadar halkçı, anti laikçi ve herkese karşı hoşgörülü olacak mıdır? Veya bakalım halk onlara inanacak mıdır? Eğer Ak Parti kendi içinde bir kriz yaşanmazsa – ki asla ihtimal bile vermiyorum- Ak Partiye karşı iktidar alternatifi olmak bir hayalden başka bir şey değildir. İşte bütün bu güç ve kuvvet, e-muhtıraya karşı verilen açık ve net tavrın meyveleridir.