'28 Şubat Zorbalığı' Tasfiye Edilebilir mi?
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylûl 1980 ve 28 Şubat 1997 darbecilerinin ve de 27 Nisan 2007 Muhtırası'nın faillerinin, askerlik mesleğinden intikal eden özlük hakları ellerinden alınmalıdır.
'28 Şubat Zorbalığı' tasfiye edilebilir mi?
TC.'nin darbeler tarihinde '28 Şubat' diye yer alan zorbalık döneminin ünlü isimlerinden, o dönemin Gen. Kur. 2. Başk. olan Org. Çevik Bir ile, diğer bazı em. generaller ve o dönemin diğer üst rütbeli subaylarından 20 kadarının tutuklanmasıyla, o sözkonusu darbenin sorgulanması dosyası da açılmış oldu.
-İnşaallah- hayırlı bir gelişmelere vesile olur..
Bir zamanlar 'küçük dağları ben yarattım..' dercesine fırtınalar estiren Çevik Bir'in savcılıkta verdiği ifadelerde, 'Ben Hükûmet'i korumak için ve Hükûmet'in emirlerini yerine getirmek için yaptım, her ne yaptıysam..' gibi komik laflar etmesi ve kendi diline ve o eski gücüne bir 'balans ayarı' çekmek ihtiyacı hissetmesi ibret vericidir..
Hatırlanacağı üzere, 12 Eylûl 1980 Darbesi'yle ilgili olarak da, o darbenin liderlerinden olup, hayatta kalanları hakkında, -ki, onlardan sadece, şimdilerde 90 yaşın üzerinde hayat sürmeye devam eden, dönemin Genelkurmay Başkanı Org.Kenan Evren ve Hv. K. K. Org. Tahsin Şahinkaya kalmıştı- yargılama başlatılmıştı, son haftalarda.. Bu, ileri derecede yaşlı kişiler hakkındaki yargılamalar, en azından sembolik olarak özel bir mâna taşımaktadır.
*
İlginç olan şu ki, bu yönde yapılan Anayasa değişikliğine, daha 1,5 yıl öncelerde, dudak bükenler, böyle bir yargılamanın yapılamayacağını söyleyenler, şimdi, o değişikliklerin getirdiği yargılama sürecine, 'müdahil' taraf olmak için sıradalar..
Hem, CHP'den, hem de MHP'den..
*
'28 Şubat Zorbalığı', o günlerdeki -şimdi isimleri bile zorlukla hatırlanan veya hatırlanamayan ve en başta da, o günlerde, bu satırların sahibince, üstü kapalı ifadelerle ancak Kıvırcık Paşa diye işaret edilmeye çalışılan, o dönemin- Gen. Kur. Başk. Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ve diğer bazı generallerin deyimiyle, '1923'den beri hep vardı, ve bin yıl bile sonrasında bile hep var olacak..' idi..
Şimdilerde, bu acaib abartılı iddiaları hatırlayanlar, '10 sene bile sürmedi, bitti-gitti..' diyorlar; ama, bu da bir başka abartılı iddia olmalı..
Çünkü, 28 Şubat Zorbalığı, gerçekte, sadece 1923'lerde başlamıyordu.. İsmi farklı olsa bile, bir gelenek olarak bizim tarihimizde bin yıl öncelerden beri, müslümanların başında İslam açısından haklı bir temele dayalı olarak bulunan yöneticileri zorbalıkla, kılıç ve servet gücüyle, entrikayla bertaraf edip, gasb yoluyla gelen saltanat sahibleri hep vardı ve zihniyet olarak, bin yıl daha, binlerce yıl daha devam edecektir..
Çünkü, zorbalık ve hakperestlik iki zıdd tekvinî güçtür ki, her ikisi de hep varolacaktır..
28 Şubat Zorbalığı, 100 değil, bin yıldan beri vardır, tarihimizde..
Tarihimize şöyle bir baktığımızda bile, 28 Şubat Zorbalığı'nı çok daha gerilere götürüp, Hz. Ali'nin öldürülmesi- şehadeti ile neticelenen ve gücünü haktan değil, silah gücünden alan Emevî döneminin başlangıcından başlatabiliriz..
Arada, kişilerin şahsiyetlerinden, tıynetlerinden kaynaklanan bazı iyi uygulama örnekleri olmuşsa da, genelde, bu bin yıldan fazla bir süreyi içine alan geçmişimiz boyunca, hep hakka değil, kaba kuvvete, güce, sulta'ya, saltanata dayalı rejimler, sistemler resm-i geçidini görürüz; yazık ki..
*
Şimdi, 28 Şubat dönemi, hiç değilse, mevcud hukuk düzeninin kendi içindeki tutarsızlık ve çelişkileri açısından sorgulanır, yargılanır bir merhaleye gelmiş bulunuyor..
Ama, özellikle CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun, '12 Eylûl' yargılamalarına 'müdahil' olacaklarını hatırlatırken sözkonusu etmediği bir hususu, 28 Şubat Darbesi'nin sorumlularının yargılanması sözkonusu olunca, 'yargılama olmalı, ama, intikam duygusuyla hareket edilmemeli' hatırlatmasında bilhassa bulunması, ilginçti.
*
28 Şubat dönemi yargılanmaya başlanırken, o dönemde, Erbakan-Çiller Hükûmeti'nin düşürülmesinden ayrı olarak, o zaman ülkenin birinci partisi durumunda olan Refah Partisi'ni, Genelkurmay'da darbeci generallerce yüksek yargıçlara verilen brifinglerde öğrenilen 'hukuk' dersine göre kapatan Anayasa Mahkemesi'nin başkan ve üyeleri de hesaba çekilmelidir.. Her ne kadar, o mahkemenin başkanı olan Ahmet Necdet Sezer daha sonra, Mayıs-2000 tarihinde C.Başkanlığı'na getirilmiş ve sorumsuzluk kaftanına büründürülmüş olsa bile; darbecilerin diktesi ile parti kapattığı dönemde, öyle bir dokunulmazlığı olmadığından, o dönemle ilgili olarak o da hesaba çekilmelidir..
*
Geçmiş darbelere katılanların 'mukteseb hakları' da gözden geçirilmeli..
Bu arada, son 50 yılın öteki darbelerinin de hatırlanması gerekir.
12 Mart 1971 Darbesi ve 27 Mayıs 1960 Darbesi hakkında da dosyalar açılmalıdır..
Gerçi, 12 Mart 1971 Darbesi'nin liderlerinden hayatta kimse kalmamıştır..
Ama, 27 Mayıs 960 Darbesi sırasında 28-30 yaşında olup darbeye karışan ve daha sonra da 'Millî Birlik Komitesi' denilen grup içinde yer alanlardan birkaç kişi henüz de hayattadırlar..
'Bu gibi, artık işi bitmiş, içi geçmiş kişilerin yargılanması ile ne elde edilir, intikam alınmasından gayri?' gibi sorular, bazılarınca zâhiren haklı gibi görülebilir..
Ama, mes'elenin başka bir boyutları vardır..
Hem, geçmişte yapılanların bu gibi zorbalıkların bir zamanlar kahramanlık olarak görülmesi ve faillerinin 'üstün hizmet' madalyalarına garkedilmesinin en azından o dönemlerde özendiriciliği bir yana, bu yargılamalar bir caydırıcılık etkisi yaptığı gibi; bu gibi hukuksuzlukların, zorbalıkların hukukî kazanımları da, onların mirası olarak, geride kalanlarına intikal etmiştir..
Halbuki, meselâ, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihinde yaşanan ve her ikisinde de başarısız olunan darbe teşebbüslerinin lideri Harbokulu Kumandanı Kur. Alb. Tal'at Aydemir ve arkadaşları, -başarılı olsalardı, muhakkak ki kahraman ve kurtarıcı dile anılacaklarken- başarılı olamadıkları için, 'hain' veya suçla ilan edilmiş, bazıları kurşuna dizilmiş, bazıları çeşitli cezalara çarptırılmışlar ve o kişilerin, askerlik mesleğinden kaynaklanan bütün özlük hakları ve diğer hakk-ı muktesebleri / kazanılmış hakları da yanmış ve ailelerine-mirascılarına o askerlik mesleği günlerinden herhangi bir kazanım veya miras intikal ettirilmemiştir.
Ama, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylûl 1980 ve 28 Şubat 1997 darbecilerinin ve de 27 Nisan 2007 Muhtırası'nın faillerinin, askerlik mesleğinden intikal eden özlük hakları ve diğer mukteseb / kazanılmış hakları, hayata iseler kendilerine, hayatta değillerse, ailelerine, büyük bir gelir kaynağı olarak akmaya devam etmektedir.. (Düşünülsün ki, bir emekli orgeneralin emekli maaşı, bugün 5,700- 6.000 lira civarındadır ve ayrıca lojmanlar, makam otomobilleri, korumalar, şoförler de TSK tarafından verilmekte ve orduevlerinde en düşük ücretlerle, en lüks hizmetler sunulmaktadır..)
Halbuki, eğer o darbeleri yapanlar başarısız olsalardı, onlar da kahraman olarak anılmak ne kelime; suçlu da sayılacaklar ve aynı şekilde, askerlik mesleğinden intikal eden bütün hakları da yanacaktı..
*
O halde, şimdi yapılan bu yargılamalar o yapılanların hukuksuzluğu, gayrikanunîliği iddiası üzerine kurulduğuna göre, faillerinin askerlik mesleğinden veya diğer kamu hizmetlerinden intikal eden kazanımları hukûken yakılmalı ve kendilerine veya mirasçılarına intikaline son verilmelidir..
Bu taleblerin, bir intikam alma hevesinden değil, bir haksızlığın önlenmesi arzusundan kaynaklandığı gözden uzak tutulmamalıdır..
Denilebilir ki, sadece 28 Şubat Darbesi günlerinde bankalardan hortumlanan yaklaşık 80 milyar dolar, -ki, sadece Uzan'ların 9 milyar doları hortumladığı hatırlanmalı-, milletin sırtına vurulmuşken; bunlar devede kulak mesâbesindedir..
Evet, ama, adâletin yerine getirilmesi hedef alındığında, haksızlık yapanlar arasında, nisbî, göreceli ölçüler kullanılmaya başlanırsa, o da bir ayrı adâletsizliğin kapısını aralar..
*
Bu arada, Çevik Bir isimli em. orgeneralin de başında, dönemin Gen. Kur. Başk. olarak, onun dilediği gibi at oynatmasına zemin hazırlayan, göz yuman em. Org. İsmail Hakkı Karadayı şimdilerde ne yapıyordur acaba?
Ki, o, 1960 Askerî Darbesi'nden beri, bütün darbelerin içinde nasıl yer aldığını, 12 Mart ve hele 12 Eylûl 1980 Darbesi günlerinde de hangi rolleri üstlendiğini etraflıca anlatmıştı..
*
Keza, henüz üzerine gidilmemiş olan em. Org. Yaşar Büyükanıt'ın da hatırı sorulmalıdır..
Çünkü, o, 27 Nisan 2007 gecesi, Genelkurmay Başkanı olarak yayınladığı muhtıra başarı kazansaydı; Tayyîb Erdoğan da geçmişteki siyasetçiler gibi, hemen pılısını- pırtısını toplayıp milletin kendisine koruması içini verdiği siperi terketseydi, Büyükanıt da bir kahraman olacaktı.. Ama, daha sonra, o muhtıradaki iddialarını yuttu.. Öyle bile olsa, o da o kanunsuzluklarının hesabını vermelidir.. Ki, o, sadece o muhtırayı yayınlamakla kalmamış, o muhtıra öncesinde aylarca, ülkenin her bir tarafında yapılan ve daha çok Genelkurmay'ın ve dönemin C. Başkanı Sezer'in her türlü himayesinde ve malî desteğinde yapılan dev mitinglerdeki sorumluluklarının da hesabını vermelidir.. Her ne kadar, A.N. Sezer, C.Başkanı olarak sorumsuzluk iddiasıyla, o suçlamalardan yırtsa bile..
Hatırlanmalıdır ki, üç yılı aşkın zamandır Ergenekon Yargılaması'ndaki ağır iddialardan dolayı tutuklu olarak yargılanmakta olan ve şimdi CHP'den m. vekili seçtirilmiş olsa bile, yine de bırakılmayan M. Balbay'ın notlarından, -başta müteveffâ İlhan Selçuk olmak üzere- nice kemalist darbecilerin, A. N. Sezer'in himayesinde o günlerde nasıl entrikalar hazırladıklarına dair iddialar anlaşılmaktadır..
Savcılar, bu gibi kişiler arasında ayırım yapmamalı ve kendi ındî mülahazalarına göre hareket etmeyip, kanunsuz eylemlerin içinde bulunduğunu tesbit ettikleri herkesi mahkemeye sevketmeli ve mevcud hukuk sistemi içinde beraat edecek olanlar, oradan, en azından kendi benimsedikleri ve kutsadıkları sistemin süzgeçlerinden temize çıkmalıdırlar..
Haksöz haber