27 Nisan ve dine magazinsel yaklaşan medya
İslam dini inanmayı, tefekkürü, tevazuu ve başkasını düşünmeyi esas alır ve bu değerleri teşvik eder. Batı medyası ve onun bizdeki taklitleri ise İslamî değerlerle savaş halindedir. Denilebilir ki, Batı değerlerinin etkisindeki medya, şamataya, tüketiciliğe, bencilliğe ve dünyevileşmeye yönelik bir çığlık gibidir adeta… Dine saygısı ise sadece menfaate yönelik magazinsel türdendir. Hatırlayalım; Ramazan ayında, ramazan bereketinden fırsatçı bir yaklaşımla istifade etmeye çalışmaları bunun açık bir delilidir.
Henüz unutmadık; üç yıl önce 27 Nisan'da, beyler tarafından bir e-muhtıra verilmişti. Amaç Cumhurbaşkanlığı seçiminin sürecini olumsuz etkilemekti. Muhtıranın lafını duyunca hükümeti terk edip köşe-bucak kaçanları bildikleri için Başbakan Tayip ERDOĞAN'ı da böyle bir başbakan sanmışlardı; yanıldılar. Çünkü Başbakan ERDOĞAN demokrasi düşmanlarına ve onların medyadaki şakşakçılarına meydan okurcasına güzel bir ders vermişti.
Kuşkusuz şakşakçı medya da boş durmuyordu. Sürekli tahrik edici bir yaklaşımla Türkiye'nin dini bir rejime kaymakta olduğunu vurgulamaya çalışıyordu. Tam o sıralarda bir futbolcumuz "Maçları izlemeye gelen seyirciler Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle Rasulüllah (s.a.v) efendimize saygılı davranıp taşkınlık yapmasınlar" demişti. O futbolcu sırf bu sözü sebebiyle medya tarafından dincilikle itham edilmişti. Oysa "Müslüman" olduğunu söyleyen bir futbolcu için bu sözden daha tabii ne olabilir?
Medya dine o kadar az önem veriyor ki, farz olan hac ibadetinden haberdar olmadığı ve ihramların nasıl ve ne amaçla giyildiğini bilmediği için konuyu alaylı bir üslupla halka teşhir etmektedir. Arafat dağının bir zikir yeri olduğunu bilmemek, ancak dine magazinsel olarak yakalaşan medyanın işi olabilir. Gerçekten de, "Bu yıl hac yine Kurban bayramına tesadüf etti" diyecek kadar dinden habersiz bir medya cehaletin zirvesinde sayılır.
Baştan çıkarıcı reklâmlar, güzellik yarışmaları, gayri ahlakî fuhuş haberlerini allandıra ballandıra ekrana ve sayfalara taşımak ciddiyetten ne kadar da uzak bir iş olduğunu herkes biliyor. Kuşkusuz medyanın bu özelliği sebebiyle gençlerimiz büyük tehlikelerle karşı karşıyadırlar.
Medyanın bu tahrik edici yayınları sebebiyle birçok masum kadın tacize uğruyor; birçok evli kadın kocasını terk edip başka bir erkeye kaçıyor ve birçok aile dram içinde dram yaşıyor. Sonra medyayı yönetenler soruyorlar: "Bize ne oluyor?" diye…
Batı medyası ve onun İslam ülkelerindeki kopyaları demokrat olmakla övünürler. Oysa yerine göre askeri rejimlerden yana tavır koymaları bir yana, İslam'ın önlemeyen yükselişi ve tüm dünyayı cezbeden gücü, bizim medyayı fena şekilde kızdırmış görünüyor. Halktan korktukları için doğrudan dine saldıramıyorlar. Bu yüzden asabileşip sinirleniyorlar. Bunun sonucu olarak da şeytana ve putperestliğe bile sahip çıktılar.
Hatırlarsınız, yine bir medya organında şöyle bir haber yer almıştı: "9. Sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Kitabında şöyle bir cümle var: "Vahye dayanmayan inanç sistemleri reenkarnasyon ve satanizm gibi zararlı akımları doğurmuştur."
Demek istiyorlar ki: "Efendim, demokrasi ile idare edilen bir ülkedeki bir ders kitabında farklı dinler neden kötüleniyor?"
Yazık ki, bunlar şeytana tapmayı ve ahirete inanmamayı da bir din kabul ediyorlar. Oysa aydın dediğin, hem dinine sahip olmalı hem de başka dinlere de saygılı olmalıdır. Eğer aydınımız dinine saygılı ise, neden satanizmi ve ahiretin inkârını meslek edinenleri savunuyor? Bizzat Kur'an, Allah'a ibadet etmeyenlerin şeytana taptıklarını ilan etmiyor mu? Eğer medyacı bu ayete inanmıyorsa, dine de inanmıyor demektir.
Bizler, medyayı yöneten aydınlarımızın dürüst olmalarını bekliyoruz. Eski bir edebiyatçımız, "Ben hiçbir dine inanmıyorum. Eğer bir dine inanmış olsaydım İslam'ı seçerdim" dedi ve dürüstçe vefat etti. Adam, vasiyetine uygun olarak evinin bahçesine gömüldü. Acaba onun düşüncelerini paylaştığını iddia edenlerden kaç kişi onun gibi cesur bir karar verebiliyor?
Hoşça kalın.