1915TEN GÜNÜMÜZE
Bu yıl, Çanakkale Zaferinin,Sarıkamış Acısının ve Ermeni Tehcirinin 100. Yıldönümü.
Birinci Dünya Savaşı, 600 yıldan fazla süren devletimizi yıkan savaştır. Elbette çöküş bu savaşla başlamadı; bu, baş aşağı seyreden sürecin tabii bir sonucu ve finalidir. Çok acıdır, sonuçları itibariyle de çok sarsıcıdır. Ve bu sarsıntı hala devam etmektedir.Hem bizde hem başta Ortadoğu olmak üzere bütün İslam dünyasında.
Bugün, Osmanlı Devleti gibi bizi temsil edecek bir gücün olmaması dünyanın dengesini bozmakta ve en çok bizi, İslam dünyasını olumsuz etkilemektedir.
Bugünleri anlamak için o günleri bilmek gerekiyor. Ama maalesef kültür denilince gençlerimizin aklına magazin ve spor malumatı gelirken mesela tarih pek gelmemektedir. Oysa bir tarih bilincine ne kadar çok ihtiyacımız var?
Mevcut şartlar ve aldığımız eğitim, bilinçaltımızda sanki dünya hep böyleydi, sanki biz hep böyleydik gibi bir algı oluşturmuş.
Oysa 100 yıl önce Irak ve Suriye diye bir devlet yoktu. Oralarla tek devlettik. Sonra suni sınırlar çekildi aramıza ve birbirimizden koparıldık. Sadece biz değil bütün İslam dünyası param parça edildi. Zaman içinde de bu kopuşu içselleştirdik. Bugün dünyada nüfusunun çoğunu Müslümanların oluşturduğu 63 devlet var. 2 Milyara yakın Müslüman yaşıyor.
Ama nasıl? Bu büyük kitlenin özgül ağırlığı ne kadar?
Dünyanın en stratejik yerleri, en verimli toprakları, en zengin yer altı kaynakları Müslümanların elinde(mi acaba?). Bunları değerlendirebilecek çok genç bir nüfus da var. Ama bizim olana ne kadar sahip çıkabiliyoruz, ne kadar değerlendirebiliyoruz?
Maalesef her taraf sömürü, yoksulluk, sefalet, savaş, kan, gözyaşı vb acılarla anılıyor.
Çıkış yollarını bulmada tarihten yararlanabiliriz.
Bazıları tarihten, bugünkü konumunu destekleyecek malzemeler derliyor; bütün olaylara ön yargılarla yaklaşıyor; her şeyi ulus mantığı ile değerlendiriyor, biz ve bizden olmayanlar diye bölüyor ve günümüze kin, intikam duygularıyla beraber düşmanlık taşıyor.
Bizi arkadan vurdular, bizim bizden başka dostumuz yok, küçük olsun bizim olsun gibi yaklaşımlar bu yanlış anlayışların sonucu.
Oysa bu anlayışla hep beraber kaybediyoruz.
Bugün İslam dünyası belki de Birinci Dünya Savaşından daha korkunç, daha acı bir süreçten geçiyor. İşte Irak, işte Suriye, Libya, Afganistan ve diğerleri.
Kendi sorunlarımızı bile çözmek için Batılı güçleri yardıma çağırmak zorunda kalıyoruz. Sanki bu sorunların kaynağı bizzat onlar değilmiş gibi? Düşmanının yardımına muhtaç olmak ne acı!
Oysa biz aynı devletin sınırları içinde bütün farklılıklarımıza rağmen asırlarca yaşayabilmiştik. Malazgirtte, Çanakkalede, Kurtuluş Savaşında omuz omuza çarpışabilmiştik. Ermeniler de, diğer azınlıklar da yanıbaşımızda tarihlerinin en huzurlu dönemini yaşayabilmişti.
Yeniden neden olmasın? Herkesin kendi içinde özgürce yaşadığı, arada suni sınırların olmadığı, zenginliklerimizi kardeşane paylaştığımız, güçbirliği yaptığımız, adaletle hükmettiğimiz ve dünyaya da adalet dağıttığımız bir düzen
Kurtlar sofrasına dönmüş bir dünyada, insanlığın sesi olan, huzura, mutluluğa çağıran bir ses
Böyle bir geleceği inşada Çanakkale bir başlama noktası olabilir. Orada İslam dünyasının bütün renkleri bir aradaydı; şimdi de koyun koyuna yatıyorlar. O ruhu günümüze taşıyabiliriz.
Bunun için önce zihinlerimizin özgür olması lazım. Ufkumuzun aramıza çizilen sınırları aşması lazım. Büyük, çok büyük hayaller kurabilmemiz lazım.
O hayallere ulaşmada ilk adıma kendimizden başlayabiliriz.