28 Şubat Derin Devletini Unutmamalıyız
Acaba derin devlet mi yoksa derin örgütler mi? Derin devletin kurduğu derin örgütler de vardır kuşkusuz. Bazılarının zannettiği gibi derin devlet oluşumu, devlet adına çalışan birkaç elemanın rutin dışına çıkarak birkaç adam öldürmesi veya birkaç olay çıkarmasından ibaret değildir. Derin devletlerin oluşmasında daha karmaşık ve bizi şaşırtacak ilişkiler vardır. Şöyle ki:
Devletin asıl derinliği en basit deyimle, devleti yöneten bir kısım idarecilerin bir yerlerden talimat alarak kanun dışına çıkması anlamına gelir. Fikirlerinden rahatsız olduğu bazı adamları öldürmek, silahlı örgüt kurmak, sonra kurduğu o silahlı örgütün istediği mecrada gitmediğini veya aşırılıklara kaçtığını görünce, karşısına dikilmek üzere yeni bir örgüt daha kurmak… Bunlar herkesin bildiği klasik bir derin devlet yapısıdır. Asıl derinlik ise, A’dan Z’ye devletin içine sızan ve devletin kılcal damarlarına kadar ulaşan alternatif bir devlet yapısını oluşturmaktır. İşte devlet bu şekilde derinleşir, karmaşık işler çoğalır ve devletin yapısında dönüşüm sağlanır. Eğer bu alternatif ya da paralel devlet yapısı fark edilmezse içinden çıkılmaz bir hal alır.
Contr-Gerilla
Bilindiği gibi Türk halkı “Derin devleti”, ilk defa Başbakan Bülent Ecevit’in ağzından duymuştu. Ecevit, 1974’teki Başbakanlığı sırasında “Maalesef devletin içinde contr-gerilla vardır” demişti. Ecevit bu sözüyle, devletin içinde rutin dışına çıkan ve yasal olmayan işler yapan bir örgütü kastetmişti. Bu örgütün ortaya çıkması da şöyle olmuştu. Türkiye 1974 yılında Kıbrıs’a çıkartma yapıp Rumları bertaraf edince, ABD Türkiye’ye bir ültimatom verdi ve, “Benim silahlarımı Kıbrıs’ta kullanamazsın” dedi ve derin devlet için çalışan görevlilerin maaşlarını kesti.
Meğerse Mısır, Cezayir, Irak Pakistan gibi birçok İslam ülkesinde olduğu gibi, o yıllarda biz de de derin devlet hesabına çalışanların maaşlarını ABD/Nato veriyormuş. Kıbrıs savaşında Türkiye galip gelip Rumlar mağlup edilince, ABD bu maaşları kesti. Bunun üzerine Genel Kurmay, Ecevit hükümetinden ilave bir bütçe istedi. Ecevit bu paraların nereye gideceğini sorunca mesele ortaya çıktı. ABD tarafından kesilen maaşlar böylece hükümet tarafından verilmeye başlandı ve Contr-gerilla/derin devlet yapısı da böylece ortaya çıkmış oldu.
Terör Örgütlerinin Oluşumu
Siyasî analizler yapan birçok kişinin beyanına göre PKK, ABD ve NATO’nun telkinleri ve desteğiyle devlet istihbaratı denetiminde kurulmuş bir örgüttür. Kuruluş amacı da, Doğu ve Güneydoğuda liselerin yaygınlaşmasından sonra kontrolsüz bir şekilde gelişen ve Kürtçülük hareketlerini temsil eden irili ufaklı silahsız örgütlerle mücadele etme zafiyetinin ortaya çıkmasıyla, mücadeleyi daha kolay yapmak ve okumuş Kürtleri silahlı bir ortama çekmekti. Böylece hem silahlı Kürt grupların üzerine gitmek daha çok hukuka uygun olur hem de tahsil yoluyla gelişme gösteren siyasal Kürtçülükle mücadele etmek daha kolay olurdu. ABD’nin PKK’ya verdiği desteğin tek amacı vardı: Türkiye’yi bölmek ve yükselmesini engellemek.
Denilebilir ki 28 Şubat Post modern darbesinin en büyük amacı Fetö örgütünü korumak ve devlet içindeki nüfuzunu güçlendirmekti. Eğer Erbakan hükümette kalsaydı bu örgüte yüz vermeyeceği açıktı. Bu yüzden Erbakan bir darbeyle hükümetten uzaklaştırılmış oldu. Gerçek şu ki, Türk devletinin savaştığı paralel devlet yapısı Fetö de ABD tarafından kurulan bir istihbarat örgütüdür ve derin devlet elemanları tarafından palazlandırıllmıştır. Halka karşı derin devleti savunan idareciler, dışarıdan yapılan telkinlerle bu örgütün kendi işine yarayacağını düşünerek onlara bu fırsatı verdiler.
Hatırlayın, Demirel ve Ecevit bile, dünyanın muhtelif yerlerinde açılan “Türk Okulları”na referans olurlarken muhtemelen, “Bunlar bir gün güçlenecekler ve İslamcılık belasından bizi kurtaracaklar” diyerek referans oldular. Çünkü Ecevit, Türk okullarına verdiği desteği eleştirenlere, F. Gülen’i kast ederek şu cevabı verirdi: “Beni eleştirebilirsiniz ama ben o hocanın Erbakan’ın zihniyetinde olmadığını çok iyi biliyorum.” Ecevit bu sözüyle, “Biz bu örgütün avucumuzdan çıkmayacağını biliyoruz ve yeri gelirse onu İslamcılara karşı kullanırız” demek istiyordu. Çünkü Ecevit’e göre Merhum Erbakan ve arkadaşları İslamcı-şeriatçıydı. Dolayısıyla ancak böyle bir örgüt vasıtasıyla onlarla mücadele edilebilirdi.
Ak Parti’yi yönetenler de bilmeden aynı hataya düştüler. 2012’nin ortalarına kadar da Ak Parti hükümetleri bu yapıya, “devleti yönetecek ve dönüştürtecek hazır muhafazakâr elemanlardır” diye her türlü desteği verdiler. O kadar ki bürokratlar, o yapıya bağlı elemanları iş başına getirmek için birbirileriyle yarışırlardı. Özellikle 2007’den sonra üniversitelere yerleşen araştırma görevlilerinin yüzde sekseni, genel idare hizmeti yapanların yüzde altmışı, Hâkim ve kaymakam adaylarının yüzde altmışı ve polis teşkilatındaki rütbelilerin yüzde yetmişi bu yapıya bağlı elemanlardan oluşuyordu.
Ayrılıkçı Hareketlerin Nihaî Amacı
PKK terör örgütü bakımından evdeki hesap çarşıya uymadı. PKK’nın 1984 yılında Eruh’ta başlattığı ilk olaydan 7-8 yıl sonra, örgüt derin devletin asla istemediği fakat ABD’nin tam da istediği bir istikamette gelişmeye başladı. Başka bir deyimle, Türk İstihbaratı ve güvenlik elemanları PKK’yı bir türlü minimize edecek bir düzeye getiremiyordu. İpin ucu kaçırılmıştı; çünkü ipin ucu artık ABD’nin ve Batılı müttefiklerinin elindeydi.
Bunun iki ana sebebi vardı: Birincisi, Türk istihbarat birimlerinin, Hakan Fidan dönemine kadar PKK konusunda İsrail istihbarat örgütleriyle işbirliği yapmasıydı. PKK terör örgütü hakkından gelinememesinin en büyük yanlış buydu. Çünkü ABD’nin orta doğudaki Jandarması olan İsrail bugüne kadar, Kürt hareketini daha canlı ve uzun bir gelecekte Türkiye Cumhuriyetine karşı mücadeleyi sürdürebilir bir duruma getirmek için elinden gelen her türlü gayreti göstermiştir. Bir tarafta ve nihaî amacı Türkiye’yi bölmek ve bir Kürt devletini kurmak olan PKK’yı destekliyor, diğer tarafta Irak’ın Kuzeyinde filî bir Kürt devletini kurmaya çalışıyor. Çünkü Türkiye’nin bölünmesi herkesten çok İsrail’in işine yarayacaktır. Belki şaşıracaksınız ama İsrail bu bölücüleri desteklemek için çoğu zaman ABD’den, bazen de İran’dan destek aldı.
Şu anda Kuzey Irak’ta devlet başkanı, bakanları, emniyeti, ordusu ve maliyesi ile Araplarla mücadele edebilecek seviyeye gelen İsrail ürünü fili bir Kürt devleti mevcuttur. Bu sözde devletin en büyük dostu İsrail’dir. Dikkat edin; Peşmergelerin eğitimini, ekipmanlarını ve maaşlarını A’dan Z’ye İsrail üstlenmiştir. Bunu bilmeyen yoktur. Kuzey Irak’ta Fili hükümet kurmuş olan Kürtlerin Türkiye ile olan zahiri dostluklarına bakmayın. 2007 yılının Ekim ayında, Selahaddin kentinde Mesut Barzani ile toplantı yapan Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, “Türkiye’nin istediği PKK elebaşlarının teslim edilmesinin gerçekleşmeyecek bir hayal olduğunu” ifade ederek “Ben Türkiye’ye bir Kürt kedisini bile vermem” demişti. Feteemmel! (Düşün!)
İkincisi ise, derin devlet yetkililerinin, laikliği öne çıkarıp PKK ile mücadeleyi ikinci sıraya koymalarıydı. 1980’lerde derin devlet bütün varlığıyla, İran’ın şeriatı ihraç etme tehlikesine karşı önlem almaya çalışırken İran, PKK ve Türkiye içindeki diğer terör örgütlerine her türlü desteği sağlamaya çalıştı.
Paralel Yapı/Fetö
Paralel yapı denilen Fetö örgütü, İslâmcıların karşısında konumlandırıldıysa da, ABD istihbaratının desteğiyle hareket ettiği için o da derin devleti yönetenlerin avucunda kalmadı. Halktan sağladıkları maddi yardım, hükümetten sağladıkları bürokratik destek ve ABD’den sağladıkları lojistik destekle palazlandılar ve sonunda 2012’den itibaren devletle savaşmaya karar verdiler. Önce yazılı basın aracılığıyla hükümet aleyhinde siyah manşetler attılar. Ardından Amerika’da konuşlanmış liderleri, sohbetlerinde yavaş yavaş önce imalı, sonra açıktan hükümetin ayağına vurmaya başladı. Fetö’nün kendilerine savaş açtığını gören Hükümet ise, Fetö’nün can damarı olan dershaneleri kapatma kararı alınca örgüt savaşı daha açıktan yapmaya başladı.
Ancak örgüt açısından da olaylar karmaşık hale geldi. Çünkü devletle ve hükümetle cedelleşmek, halka yönelik hizmet yaptığını iddia eden bir cemaatin Felsefî ve ahlakî yapısına uygun değildi. Üstelik Müslümanların geleneğinde “devletle savaşmak” her türlü erdeme ve fazilete aykırıdır. Bu yüzden örgüt, 15 Temmuz 2016’da erkenden bir kalkışma başlatmak zorunda kaldı. Belki de örgütün Türk halkına anlatamayacağı en belirgin ihanetleri, her zaman medya güçleriyle İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyen bir siyaset takip etmeleriydi. Dikkat edin, Fetö, hala ABD ve ABD’nin desteklediği ülkelerde faaliyetlerini yürütebiliyor. Demek Fetö bir ABD istihbarat örgütüdür.
28 Şubat sürecinin aktörleri, “Biz bu gurubu İslamcılara karşı kullanabiliriz” varsayımıyla Fetö’ye göz yumdular. Bir NATO ülkesi olması haysiyetiyle ABD’nin PKK’ya verdiği desteğe de göz yumdular. Fakat derinlikte kimin kimi kullanacağı belli olmaz. Siz bir örgütü kullandığınızı sanırsınız, ama asıl o sizi kullanabilir. Nitekim sırtını uluslararası güç dengelerine dayayan bu yapı 2012 yılından sonra İktidardaki partiyi kullanamayınca muhalefeti kullanmaya başladı. Hatta denilebilir ki, dış güçlerin verdiği talimata göre Fetö ve PKK muhalefeti hem kullanıyor hem tehdit ediyor. Muhalefete, “Bakın Beyler, sırtınızı dayandığınız ve kendilerinden medet umduğunuz uluslararası güçler bizim yanımızda, bizim sözümüzle hareket ediyorlar. Sakın olasınız ki bize ve liderimize dil uzatmayın” diyorlar. Bu durumda hiçbir muhalefet liderinin ciddi manada fetöyü veya PKK terör örgütünü ciddi anlamda kınaması söz konusu bile değildir. Feteemmel!